Ödüllü belgesel yapımcısı Hasan Söylemez, bir kelebeğin peşinde dünyayı dolaşacak
3 Nisan 2020 Cuma 15:06
İSTANBUL (AA) – Bisikletle Türkiye yolculuğuna 2010’da başlayarak 8 ayda 10 bin kilometre yol giden ve bu deneyimlerini “Hayata Yolculuk” kitabında anlatan Hasan Söylemez, 3 yıl önce çıktığı Afrika yolculuğunu da hala sürdürüyor.
Söylemez, Afrika’da bugüne kadar kat ettiği 12 bin km yol ile Batı Afrika’da 17 ülke dolaşırken, orada gördüklerini de “Journey To Dreams (Hayallere Yolculuk)” belgesel serisine yansıtmayı sürdürüyor.
Medya sektöründe 16 yıllık gazetecilik deneyimi bulunan yapımcı ve yönetmen, bir kelebeğin yolculuğunu anlatacağı yeni projesiyle Afrika’nın yanı sıra Asya, Avrupa ve Amerika kıtalarında çekimler yapmayı planlıyor.
Son olarak Nijer’in Agadez şehrinden yola çıkarak Libya ve Avrupa’ya ulaşmak için çölü geçmeye çalışan Afrikalı insanların hikayesini anlattığı “Tenere” isimli belgeseliyle dikkatleri çeken Söylemez, Manchester Film Festivali’nde almış olduğu ödülü, yeni tip koronavirüs gündeminde festival atmosferini, “Tenere” belgeselinin bundan sonraki yolculuğu ve yeni projelerini AA muhabirlerine anlattı.
Tenere, Manchester Film Festival’inden en iyi görüntü ödülünü aldı
Tenere’nin Türkiye gösteriminden sonra festival süreci nasıl devam etti?
“Türkiye’de 2 Kasım’da Zorlu PSM’de özel bir gösterim yaptık. Ardından uluslararası film festivallerine başvurdum. Benim için değerli olan, önemli film festivallerine gidebilmekti, o yüzden çok az sayıda film festivaline başvurdum. Beklediğim güzel haber ilk önce Amerika’dan geldi. ‘Tenere’, dünyanın en büyük siyahi film festivali ‘The Pan African Film Festivali’ne kabul edildi. Orada dünya prömiyerini yaptık. ‘The Pan African Film Festivali’ne davet edildikten sonra Amerikan Yönetmenler Birliği’ne de davet edildim. Orada benimle tanışmak ve filmin hikayesini dinlemek istediler. Aynı zamanda orada sektörle ilgili çok kısa bir konuşma yaptım. ABD’li yönetmenlerle tanışmak ve Hollywood’u yöneten isimlerle bir arada olmak gerçekten çok heyecan vericiydi benim için. Çünkü hepsi ismini duyduğumuz yönetmenler ve yapımcılardı.
Ardından Avrupa’da ‘Manchester Film Festivali’nde de Avrupa prömiyeri yaptık. Orada da en iyi belgesel film, en iyi yönetmen ve en iyi görüntü dallarında aday gösterildim. Ödül töreninin olduğu geceye kadar kimin ödül alacağını hiç kimse bilmiyordu. Salonda anons edilinceye kadar herkes birbirine bakıyordu. Benim filmim de gerçekten çok beğenildi ve izleyicilerden de çok güzel geri bildirimlerini alıyordum. Orada ‘Best Cinematography Tenere’ diye anons yapılınca salondakiler benden daha çok sevindiler. Çok heyecanlıydı ve çok değerliydi benim için o anlar. Bunun yanı sıra zaten bir Türk olarak Afrika’da yapmış olduğum bu çalışmaların dünyanın diğer kıtalarında, diğer ülkelerde böyle değer görmesi de ülkem adına önemli olduğunu düşünüyorum.”
“Herkes bu filmi nasıl tek başıma çektiğime şaşırdı”
Festivallerde sinemaseverler ve eleştirmenlerden nasıl bir dönüş aldınız?
“Herkes bu filmi tek başıma nasıl çektiğime şaşırıyordu. Çünkü normalde bir belgesel yapımında onlarca, yüzlerce kişi çalışıyor. Filmlerin yapım süreçleri çok büyük hazırlık gerektirir. Onun için de yine büyük bir ekip gereklidir. Bu yüzden geri dönüşlerin çoğu genelde filmi tek başıma nasıl bu kadar iyi çekebilmiş olduğumla ilgili oldu. Bir de o zor coğrafyaya hayatımı ve ekipmanlarımı sigortalatmadan gitmeye nasıl cesaret ettiğime şaşırdılar. Ayrıca böyle bir hikayenin daha önce çekilmemiş olması oradaki insanları daha çok cezbetti. Göçmen hikayeleriyle çok sayıda belgesel izliyoruz, çok sayıda film yapıldı. Ancak biz denizde ölen göçmenleri biliyoruz, onların denize ulaşana kadar neler yaşadığını, çölde ölen insanların denizde ölenlerden daha fazla olduğunu ilk defa ‘Tenere’ filminde öğrendi insanlar. Bu yüzden şaşırmışlardı. Sinematografisine çok fazla iltifat vardı, zaten sinematografi ödülü aldık. Bu benim için de iyi bir deneyimdi. Benim ilk uzun metraj belgesel filmim. Daha önce birçok belgesel çektim. Afrika’da ‘Journey to Dreams’ diye belgesel serisi çekmeye devam ediyorum. Onlar biraz televizyon belgeseli tarzında belgeseller.”
Koronavirüs festivali nasıl etkiledi, önlemler alınmış mıydı?
“Şubat ayında Amerika’daydım, ‘The Pan African’da ilk gösterimi 17 Şubat’ta yaptık. O zaman ABD’de böyle bir durum söz konusu değildi, bütün etkinlikler devam ediyordu. Film festivalinin iptal olması kimsenin aklının ucundan bile geçmiyordu, böyle bir ihtimal yoktu zaten. O yüzden oradayken kafamız rahattı. Sonra ben Türkiye’ye geldim, Mart’ın 14-15’inde benim gösterimim olacaktı İngiltere’de. Artık koronavirüs vakası dünyanın genelinde yayılmaya başlamıştı ve birçok yerden vaka haberi geliyordu. Sürekli şu telaş vardı bizde, ‘Acaba İngiltere bu festivali iptal edecek mi etmeyecek mi?’ Festival programcıları ve direktörüyle yazıştık. Onlar da, ‘Burada etkinlikleri iptal edecek bir durum söz konusu değil o yüzden etkinliği iptal etmeyeceğiz, zaten dışarda da hayat normal akışında devam ediyor.’ dediler. Ben de kalktım gittim, evet insanlar sokaklardaydı, her yer açık, sokağa çıkma yasağı falan yok, normal hayat devam ediyordu. Sokaklarda sadece asyalıların maske taktığını gördüm, onun dışında hiç kimsenin umrunda bile değildi. Festival de bayağı yoğundu, bir önceki yıllara göre izleyici sayısı azdı ancak korona vakasına rağmen yine bir talep vardı. Biz festivali ve ödül törenini yaptık, ertesi gün ben Türkiye’ye geldim. Birkaç gün sonra İngiltere’de de sokağa çıkma yasakları başladı. Yani çok şanslıydım.”
Evde 14 gün kuralına uydunuz değil mi?
“Bugün benim 17’inci günüm, ilk defa dün dışarı çıktım, Kadıköy’e kadar yürüdüm, sonra gidip marketten alışverişimi yapıp eve geldim. Hayatımda ilk defa bu kadar uzun süre hiç dışarı çıkmadan evde vakit geçirdiğim bir dönem oldu. 2015 yılında ‘Hayata Yolculuk’ diye bir kitap yazmıştım. En son o kitabın yazım sürecinde uzun bir dönem eve kapanmıştım ama hiç olmazsa arada bir çıkıp dışarda bir yürüyüş yapıyor, nefes alabiliyordum. Fakat bu 15 günlük süreçte hiç dışarı çıkmadım.”
“Bu süreç kendimi dinleyebileceğim bir dönem oldu benim için”
Yolda olmayı çok seven birisi olarak evde kalma süreci sizi çok zorlamış olmalı…
“Evet bir taraftan zordu, hiç dışarı çıkmamak psikolojik olarak zordu. Ancak şöyle bir şey de var, biraz da kendimi dinleyebileceğim bir zaman, vakit oluşturmuş oldum kendime. Çünkü sürekli bir hareket halindeyim, bir yerden bir yere gidiyorum gerek bisikletle, gerek uçakla olsun. Bütün işlerden ziyade tamamen kendimle baş başa kalıp biraz dinlenebileceğim tek dönem bu dönemdi. Bunu iyi değerlendirmeye çalışıyorum. Çok sayıda belgesel ve film izliyorum, arada yazıyorum, notlarımı gözden geçiriyorum. Bazen arkadaşlarla internet üzerinden bazı konular üzerinde tartışıyoruz. Bu benim açımdan kendimi dinleyebileceğim ve aynı zamanda üretim için kendimi hazırlayabileceğim bir dönem o yüzden ben çok fazla şikayetçi değilim.”
“Afrika yolculuğumda film çekerken yanıma birisini daha almayı düşünüyorum”
Peki, Afrikayı özledin mi ya da en çok neyi özledin?
“Afrika’yı özlemedim dersem yalan söylemiş olurum. Evet çok özlüyorum Afrika’yı. Eğer koronavirüs mevzusu bu kadar yayılmamış olsaydı şu anda Afrika’da olacaktım. Çad’dan yolculuğuma devam edecektim. Bu yolculukta üçüncü yılımı bitirdim. Ben yolculuğa çıkmadan önce Afrika’nın 54 ülkesini 3 yılda bitirebileceğimi düşünüyordum ancak 3 yılda sadece batı Afrika’yı bitirebildim. Daha gideceğim 37 Afrika ülkesi var ve bu da 7 yıl, 8 yıl, 10 yıl ne kadar sürer bilmiyorum. Çünkü hem tek başıma yolculuk yapmak hem bu yolculuk esnasında belgesel çekmek, bu belgeselin kurgusuyla ilgilenmek, ondan sonra bunun hazırlık aşaması, prodüksiyon süreci falan… Bunlar gerçekten çok yorucu ve inanılmaz motivasyon gerektiren şeyler. Afrika’da neyi özlüyorum? Yolları, tek başıma bisikletle yolda olduğum zamanları, yolda karşılaştığım insanlarla dillerini hiç bilmeden anlaşmaya çalışmayı, onlarla iletişim kurma çabamı özlüyorum. Yorulduğum zaman yol kenarında oturup mangomu yediğim günleri özlüyorum. Bunlar gerçekten beni çok mutlu eden küçük detaylardı.”
Bu “yalnız yolculuk” hikayesi artık güncellenecek mi? Ekibinizi genişletmeyi düşünüyor musun?
“Journey To Dreams belgesel serisinde tek başıma yolculuk yapmaya devam edeceğim. Ancak uzun metraj ‘Tenere’ gibi belgesel filmlerde gerekirse yanıma birkaç kişiyi yani en azından bir kişiyi almayı düşünüyorum. Çünkü bazı çekimlerde tek başıma olmam yeterli gelmiyor, ikinci kameraya ihtiyaç duyuyorum. Zaten Tenere’yi tek başıma yaparken de şimdi oturup izlediğimde, ‘Keşke şuradan da bir görüntü alabilseydim.’ dediğim yerler oldu. O yüzden ikinci filmimde yanıma başka bir görüntü yönetmeni düşünüyorum.”
“Orta Afrika Cumhuriyetinden yola çıkan bir kelebeğin hikayesini anlatacağım”
Peki, ikinci film demişken yeni projeler var mı?
“Var evet. Orta Afrika Cumhuriyeti’nde bir kelebeğin hikayesini çekmeyi düşünüyorum. Yine uzun metraj belgesel ve ama kelebeğin hikayesi sadece Orta Afrika’da geçmiyor. Evet, Orta Afrika’dan çıkan bir kelebekle başlıyor ama bu belgeselin çekimleri hem Orta Afrika Cumhuriyeti’nde hem Güney Afrika Cumhuriyeti’nde hem Asya’da hem Avrupa’da hem de Amerika’da devam edecek. Bir kelebeğin yolculuğunu anlatacağım. Bir de kısa sürmeyecek bu çalışma en az 2 senemi alacak bir süreç olacak.”
“Tenere için Netflix’le görüşüyoruz”
Türk izleyiciler Tenere’yi bir daha ne zaman izleyebilecek? Dijital platformalarla irtibatınız var mı?
“Türk izleyicisi Tenere’yi 10 Nisan’da başlayacak İstanbul Film Festivali’nde izleme imkanı bulacaktı. Ancak bu dünya gündeminden dolayı onlar da mecburen ertelemek durumunda kaldılar. Festival ne zaman yapılır bilmiyorum ama Eylül’e kadar bir şey görünmüyor. Onun dışında Netflix’le aslında görüşmelere başladık. Eğer görüşmeleri olumlu bir şekilde sonuçlandırabilirsek oradan da izlenebilir. Ama tarihle ilgili bir şey söyleyemiyorum maalesef. Festivallerden önce orada yayınlayabilir miyiz henüz hiçbir şey net değil. Bakalım süreç neyi gösterecek.”
Çok teşekkür ediyorum. Eklemek istediğiniz bir şey var mı?
“Çok teşekkür ediyorum. Herkese sağlıklı günler diliyorum. Evde kal Türkiye, sağlıklı kal!”