Yunanistan ve GKRY Sevilla haritasıyla Türkiye'yi Antalya Körfezi'ne hapsetmeye çalışıyor

23 Eylül 2020 Çarşamba 13:05

Yunanistan ve Türkiye ilişkileri ışığında gündeme gelen Sevilla haritası, resmi bir niteliği bulunmamasına rağmen Doğu Akdeniz’de deniz yetki alanlarının belirlenmesinde sıklıkla Yunanistan ve Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY) tarafından temel alınmaya devam ediliyor.

Yunanistan ve GKRY tarafından “Avrupa Birliği’nin (AB) Doğu Akdeniz’deki sınırları” olarak dayatılmaya çalışılan Sevilla haritası, esasen Türkiye’yi Antalya Körfezi ve çevresinden ibaret dar bir deniz alanına hapsederek izole etme hayallerinin temel araçlarından biri olarak kullanılıyor.

ABD’nin Ankara Büyükelçiliği tarafından dün “hukuki bağlayıcığılığı” olmadığına dikkati çekilen haritanın, aynı zamanda yakın zamanda AB yetkilileri tarafından da “resmi bir hükmü” olmadığı belirtilmişti.

Ancak, Yunanistan ve GKRY ikilisi ile AB’yle irtibatlı çeşitli kaynaklar, resmi bir niteliği bulunmayan Sevilla haritasına kaynaklarında yer vermeye devam ediyor.

Sevilla haritası

Sevilla haritası, 2007’de İspanya’nın Sevilla Üniversitesi beşeri denizcilik coğrafyası alanında uzman Prof. Juan Luis Suarez de Vivero tarafından hazırlandı.

Üniversitenin adıyla anılan bu haritada Vivero, Doğ Akdeniz’deki deniz yetki alanlarını gösteriyor.

Vivero, haritada kıta sahanlığı ve münhasır ekonomik bölgeyi (MEB) kapsayan deniz yetki alanlarını tamamen “ortay hat” hesabına göre çiziyor. Buna göre, bölgede istisnasız tüm adalara aynı ana karalar gibi “tam etki” verilmesi öngörülüyor.

Tamamen matematiksel bir hesapla çizilen haritaya göre, Doğu Akdeniz’de Yunan kıta sahanlığı, Meis adasından Mısır’a doğru Doğu Akdeniz’in ortasına kadar iniyor. Kıbrıs adasına da aynı şekilde ortay hat hesabıyla tanınan deniz alanları da işin içine girince Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki yetki alanı yalnızca Antalya Körfezi açıklarında küçük bir alan olarak gösteriliyor.

Meis’e “tam etki” tanınması halinde Türkiye’nin güney kıyısına adeta bitişik bu ada kendi boyutunun 4 bin katı, yani yaklaşık 40 bin kilometrekare büyüklüğünde bir deniz yetki alanıyla Türkiye’nin oldukça uzun kıyı projeksiyonunu kesiyor.

Türkiye ise yüz ölçümü 10 kilometrekare olan, Anadolu’ya 2 kilometre, Yunan ana karasına ise 580 kilometre uzaklıkta bulunan bir adanın 40 bin kilometrekare genişliğinde kıta sahanlığı alanı yaratmasının rasyonel ve uluslararası hukuka uygun bir tez olmadığını vurgulayarak bu iddiaları reddederken, Türkiye’nin tezlerinin daha geniş alanlarda yankı bulmaya başladığı görülüyor.

Haritayı hazırlayan Vivero’nun da daha sonra kaleme aldığı bir makalede, Türkiye ve Yunanistan arasındaki ihtilafın çok eski olduğuna dikkati çekerek, “Ege Denizi’nde ortay hat hesaplaması Türkiye kıyılarına çok yakın olup komşu Yunanistan’a çok büyük bir deniz yetki alanı bırakmaktadır. (Doğu Akdeniz’de de) Kıbrıs’ı da denkleme kattığımızda Türkiye’nin deniz yetki alanının çok küçük kaldığını, bunun da ekonomik ve jeopolitik sorunlar yaratacağını görürüz.” ifadeleriyle, haritanın sahadaki durumu yansıtmadığını kabul ettiği görülüyor.

“Sevilla haritası gayrimeşru bir harita”

Ankara Üniversitesi Deniz Hukuku Uygulama ve Araştırma Merkezi Müdürü Prof. Dr. Hakan Karan, AA muhabirine konuya ilişkin yaptığı değerlendirmede, Sevilla haritasının esasen tek taraflı olarak yapılan akademik bir çalışma niteliği taşıdığını söyledi.

Haritanın deniz sınırlandırmasına tek taraflı yaklaştığının altını çizen Karan, şunları kaydetti:

“Sınırlandırmalara iki ya da çok taraflı olarak yaklaşılır ve deniz hukuku kuralları bu manada oluşturulmuştur. Devletler kendilerine deniz hukukunun verdiği yetkiye istinaden sınırlarını belirler. Ancak özellikle yarı kapalı ve kapalı deniz alanlarında bu sınırlar başka bir devletin sınırlarıyla çakışabilir. Doğu Akdeniz böyle bir deniz alanıdır. Bu bölgede denize kıyısı olan bütün devletlerin deniz yetki alanları birbiriyle kesişecektir.”

Karan, devletlerin sınırlandırmalara kendi cephelerinden yaklaştığını, Sevilla haritasının Yunanistan’ın tezlerini desteklediğini ve tek taraflı olarak hazırlandığını ifade etti.

Vivero’nun da daha sonraki yayınında ilk haritası olan Sevilla haritasını gözden geçirdiğini belirterek, “Tek taraflı olduğu için ön plana alınmayacak kadar değersiz bir çalışma.” diye konuştu.

Karan, 1982 Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi’ne (UNCLOS) atıfta bulunarak bunun birçok ülke tarafından “Deniz Hukuku Anayasası” olarak görüldüğünü anımsattı.

Sözleşmenin her adanın kara suları olduğunu ve sosyal yaşam olması halinde kıta sahanlığı ve MEB’i bulunduğunu öngördüğünü aktaran Karan, “Meis’e baktığımızda adada sosyal yaşam bulunduğunu görüyoruz. Dolayısıyla Yunanistan UNCLOS’a taraf olduğu için Meis’in kıta sahanlığı ve MEB’i bulunduğunu iddia ediyor. Ancak aynı sözleşme hakkaniyet ölçüsünü de savunuyor. Aynı zamanda hakkaniyet ölçüsünü ön planda tutan birçok yargı kararı bulunuyor.” dedi.

Karan, yargı kararlarının Meis adası durumunda olduğu gibi ana karaya uzak ve özellikle sorun teşkil eden karşı kıyaya yakın adalar söz konusu olduğunda, adaları hakkaniyet ilkesi çerçevesinde dikkate almadığına dikkati çekti.

“Sevilla haritası, UNCLOS’un bir normunu dikkate alıyor, diğerini almıyor. Uluslararası Adalet Divanının vermiş olduğu kararları göz ardı ediyor. Türkiye’nin tabi olduğu hukuku yok sayıyor. Bu yönden gayrimeşru bir harita.” diyen Karan, Türkiye’nin UNCLOS’a taraf olmadığını, bu nedenle sözleşmenin de Türkiye’ye yükümlülük getiremeyeceğini söyledi.

Karan, Türkiye’nin 1982 öncesi deniz hukukuna tabi tutulabilineceğine işaret ederek, “Türkiye, Ege ve Doğu Akdeniz gibi özel durum arz eden denizlerde adaların hiçbir şekilde deniz yetki alanlarının olamayacağını savunuyor.” diye konuştu.