Türkiye' de ve Dünyada Demir Çelik Sektörü Nereden Geliyor Nereye Gidiyor

Türkiye' de ve Dünyada Demir Çelik Sektörü Nereden Geliyor Nereye Gidiyor? Gedik Yatırım' dan dev demir çelik sektörü raporu.

2 Temmuz 2025 Çarşamba 15:00

Türkiye' de ve Dünyada Demir Çelik Sektörü Nereden Geliyor Nereye Gidiyor? Gedik Yatırım' dan dev demir çelik sektörü raporu.

Türkiye' de ve dünyada üretimden tüketime kadar sektörün tüm verilerini değerlendiren rapor!

Gedik Yatırım demir çelik sektörü raporu:

Sektör Global Görünümü

Çelik sektörü yapısal olarak döngüseldir ve iş döngüsündeki değişimlere yüksek duyarlılık gösterir. Ekonomik büyüme dönemlerinde kârlılık artış eğilimi gösterirken, daralma dönemlerinde (veya büyüme ivmesinde oluşan riskler arttığında) marjlar ciddi şekilde baskılanabilir. Küresel üretimin büyük bölümünü oluşturan Çin'in makroekonomik görünümü, hem nihai çelik fiyatları hem de hammadde fiyatlamaları üzerinde belirleyici rol oynar. Ürün spread'leri, arz-talep dengesine bağlı olarak şekillenen piyasa koşullarını yansıtır. Satış fiyatı ile birim maliyet arasındaki farktan türeyen bu spread'ler, sektörün kârlılık seviyesini doğrudan etkiler.

Dünya Çelik Birliği verilerine göre, küresel çelik talebi 2024 yılında üst üste üçüncü kez daralarak yıllık bazda %0,9 düşüşle 1,75 milyar tona gerilemiştir. Bu zayıflamanın temelinde, sıkılaşan küresel para politikaları, yüksek enflasyon ve başta Çin ve Avrupa olmak üzere inşaat ve imalat gibi ana tüketici sektörlerdeki yavaşlama yer almaktadır. Talepteki daralma, üretim hacimlerine de yansımış ve küresel ham çelik üretimi yıllık bazda yaklaşık %0,8 azalmıştır.

Talep tarafındaki en büyük aşağı yönlü katkı Çin kaynaklı olmuştur. Konut ve gayrimenkul piyasalarındaki süregelen durgunluk nedeniyle 2024 yılı talebinin yaklaşık %3 daraldığı tahmin edilmektedir. Çin dışı gelişmekte olan pazarlar (örneğin Hindistan, MENA, ASEAN) ise altyapı projeleri ve teşvik destekli sanayi üretimi sayesinde görece dirençli bir görünüm sergilemiştir. Buna karşılık, gelişmiş ekonomilerde (özellikle Avrupa Birliği ve Japonya) sıkı kredi koşulları ve zayıflayan tüketici talebi nedeniyle düşük performans devam etmiştir.

2024 yılı itibarıyla küresel ham çelik üretimi 1,84 milyar ton olarak gerçekleşmiştir. Bu hacmin %73,5'i Asya kıtasında üretilmiş olup, Çin tek başına 1 milyar tonun üzerinde üretimle (%54,6 küresel pay) sektördeki asimetrik yapıyı ve arz tarafında Çin'e olan yapısal bağımlılığı açıkça ortaya koymaktadır.



Sektör giderek daha fazla devlet kontrolüne ve konsolidasyona tabi hâle gelmiş olup, bu durum kapasite ve fiyatlamaya yönelik müdahaleleri mümkün kılarak küresel yansımalarını da beraberinde getirmektedir. Ortalama çelik fiyatları 2024 yılı boyunca baskı altında kalmış, demir cevheri ve hurda gibi hammadde maliyetlerindeki kısmi gevşemeye rağmen fiyat tarafında anlamlı bir rahatlama yaşanmamıştır. Bu çerçevede, küresel üreticilerin önemli bir bölümü marj daralması ile karşı karşıya kalmıştır. Başlıca bölgelerde fiyat-maliyet spread'i daralmış ve özellikle ihracat odaklı oyuncularda FAVÖK marjları üzerinde baskı oluşturmuştur.

2025 yılına ilişkin küresel talep görünümü, yıllık bazda yaklaşık %1,2 büyüme ile 1,77 milyar tona ulaşılacağı yönündedir. (Eurofer, World Steel) Bu toparlanmanın, özellikle Hindistan gibi Çin dışı pazarlarda daha belirgin şekilde hissedilmesi beklenmektedir; zira Hindistan'da kamu destekli altyapı yatırımları ve sanayi üretimindeki genişleme doğrultusunda 2025 tüketiminin yıllık bazda yaklaşık %8 artması öngörülmektedir. Ancak arz fazlası riski sürmektedir. Zira, Çin'in 2024'te rekor seviyeye ulaşan 110,7 milyon tonluk çelik ihracatı, fiyat toparlanmasını sınırlayıcı unsur olmaya devam etmektedir. Çin'in önümüzdeki yıllarda yeşil dönüşüm politikası kapsamında yaklaşık 50 milyon tonluk eski ve verimsiz kapasiteyi kademeli olarak devre dışı bırakabileceğine dair sinyaller alınsa da, 2025 ortaları itibarıyla somut uygulamalara dair adımlar oldukça sınırlı kalmıştır. Sektör kaynaklarına göre, şu ana kadar ne yerel yönetimlere ne de büyük kamuya ait üreticilere bağlayıcı bir kapasite azaltım talimatı iletilmiştir; 2021'deki uygulamalarda da benzer şekilde sınırlı sonuçlar alınmıştı. Çin'in önde gelen kamu şirketlerinden Baosteel'in yöneticileri, kapasite azaltımının muhtemel olduğunu belirtmiş; ancak uygulamanın talep görünümüne ve siyasi iradeye bağlı olacağını vurgulamıştır. (Kaynak: Reuters) Bu tür azaltımlar etkin şekilde hayata geçirilirse, küresel arz disiplinine katkı sağlayabilir ve orta vadeli fiyatlama gücünü destekleyebilir.

Özetle, sektörel dinamikler açısından değerlendirildiğinde, küresel fiyatlamalar artık yalnızca talep temelli değil, aynı zamanda politika temellidir. Çin'deki üretim kısıtlamaları, teşvik programları veya damping karşıtı önlemler, her ürün ve bölgeyi etkileyen yansımalar doğurmaktadır. Avrupa ve ABD tarafında odak noktası yeşil dönüşüm ve kapasite rasyonalizasyonu iken, büyüme odaklı yatırımlar daha çok Hindistan ve bazı MENA ülkelerinde yoğunlaşmaktadır. Bununla birlikte, bizim görüşümüze göre, nihai kullanıcılar ve tüccarlar Çin menşeli çeliğe olan bağımlılığı ESG, jeopolitik ve lojistik riskler nedeniyle azaltma eğilimindedir. Bu durum, Türkiye ve Hindistan gibi rekabetçi bölgesel oyuncular için fırsat penceresi yaratmaktadır.

Çin BOF Nakit Marj Endeksi, son yirmi yılda belirgin bir döngüsellik sergileyerek hammadde fiyatlarındaki dalgalanmalar, iç politika müdahaleleri ve küresel talep dinamiklerindeki değişimleri yansıtmıştır. Endeks, 2008'in başlarında küresel finansal kriz öncesinde artan nihai mamul fiyatları ve güçlü talep nedeniyle yaklaşık 5.000 puan seviyesinde zirve yapmıştır. Bu dönemi takiben yaşanan sert düşüş, 2008–2009 resesyonunun etkisini ortaya koymuştur.

İkinci önemli zirve, Çin'in arz yönlü reformları, üretim kısıtlamaları ve COVID sonrası küresel talep toparlanmasıyla 2021 yılında kaydedilmiştir. Buna karşılık, 2015– 2016 ve 2024 dönemlerinde gözlenen dip seviyeler; küresel ölçekte kapasite fazlası, zayıf talep görünümü ve yükselen girdi maliyetlerinin marjlar üzerindeki baskısıyla örtüşmektedir. 2024 ortası itibarıyla endeksin aşağı yönlü seyri devam etmekte olup, bu durum marjlardaki daralmaya işaret etmektedir. Bu eğilim, büyük ölçüde Çin kaynaklı rekor seviyedeki ihracat hacmi, artan küresel rekabet ve iç talebin beklentilerin altında kalmasıyla ilişkilendirilmektedir.

Yaklaşık 50 milyon tonluk verimsiz kapasitenin devreden çıkarılması yönünde politika tartışmaları sürmekle birlikte, somut uygulamalar hâlen sınırlı kalmaktadır ve bu durum marj normalleşmesini sekteye uğratmaktadır. İleriye dönük olarak, yapısal kapasite kısıntılarında gözle görülür ilerleme sağlanmadığı ve Çin dışı bölgelerde belirgin bir talep toparlanması gerçekleşmediği sürece, Çin BOF nakit marjlarında anlamlı bir iyileşme yaşanması olası görünmemektedir. Hindistan'ın çelik tüketimindeki güçlü ivme kısa vadede pozitif katkı sağlayabilir; ancak kalıcı kapasite fazlası ve Çin'in agresif ihracat politikası önemli aşağı yönlü riskler oluşturmaya devam etmektedir. Etkin yeşil çelik regülasyonları ve iç konsolidasyon politikalarıyla desteklenmediği sürece, BOF marjlarının 2025 boyunca dalgalı ve yatay bir seyir izlemesi muhtemeldir.

Son olarak, artan marj baskılarına rağmen, Çinli ve genel olarak Doğu Asyalı çelik üreticileri, önemli bir maliyet esnekliği ve devlet destekli dayanıklılık sergileyerek küresel fiyatlar üzerinde belirgin bir aşağı yönlü baskı yaratma kapasitesini korumaktadır. Yapısal kapasite fazlası sürdükçe ve kapasite azaltımı politikalarında uygulama eksiklikleri devam ettikçe, bu üreticilerin düşük marjlarla dahi ihracatlarını sürdürme kabiliyetleri, özellikle emtia niteliğindeki yassı ve uzun ürün segmentlerinde küresel fiyat toparlanması üzerinde baskı yaratmaya devam edebilir.

Çin BOF Nakit Marj Endeksi'nin güncel seviyesini ve son birkaç on yılı kapsayan dönemdeki gelişimini incelediğimizde — ki bu dönemler zaman zaman yoğunlaşan jeopolitik ve hatta askeri risklerle şekillendi — Asyalı üreticilerin arz fazlasına dayalı stratejilerini sürdürmek için hâlâ hem operasyonel esnekliğe hem de zamanlama açısından manevra alanına sahip olduklarını görüyoruz. Bu tespitin; küresel makroekonomik görünümdeki yüksek faiz oranları, ivme kaybeden büyüme ve dolayısıyla büyük merkez bankalarının genel olarak güvercinlikten uzak duruşları gibi risklerle daha da pekiştiğini düşünüyoruz.

Bu nedenle, sektörel düzeyde geniş tabanlı bir toparlanma beklentisinden ziyade, şirket bazlı ayrışmaların ön plana çıkacağı bir dönem öngörüyoruz. Bu ortamda, özellikle marj baskısı altındaki ya da küresel değer zincirinde kendini yeniden konumlandırmak isteyen oyuncular arasında, birleşme ve satın alma faaliyetlerinin (M&A) hem taktiksel bir gereklilik hem de stratejik bir tercih olarak daha sık karşımıza çıkacağına inanıyoruz.

Avrupa Çelik Sektörü Görünümü

AB ham çelik sektörü, son 15 yılda belirgin döngüsellik ve yapısal kapasite altı kullanım koşulları sergilemiştir. 2009'daki küresel finansal kriz döneminde yaşanan sert daralma (%55,5) sonrası kapasite kullanım oranı kademeli olarak toparlanmış, 2017'de %73,5 ile zirve yapmıştır. Ancak bu tarihten itibaren süregelen volatilite, zayıf talep dinamiklerini ve kalıcı arz fazlasını gözler önüne sermektedir.

2010–2023 dönemi boyunca kapasite kullanım oranı ortalama %68 seviyesinde seyretmiş ve bu oran, verimli sanayi işletmeleri için kritik eşik kabul edilen %80 seviyesinin oldukça altında kalmıştır. Bu kronik kapasite altı kullanım, sabit maliyet emilimini zayıflatmakta ve buna bağlı olarak değer zinciri genelinde FAVÖK marjlarını, nakit akışlarını, sermaye getirilerini ve buna bağlı olarak operasyonel çarpanları baskılamaktadır. (çarpan genişlemesi ihtimalini de azaltmaktadır)

İleriye dönük olarak, Avrupa'daki üreticilerin yeşil saha yatırımlarındansa operasyonel verimlilik artışına, kapasite optimizasyonuna ve karbon emisyonlarının azaltılmasına (örneğin, elektrik ark ocağı – EAO geçişi) öncelik vermesi beklenmektedir. Görüşümüze göre, kalıcı arz fazlası yapısal bir baskı unsuru olmaya devam edecek ve orta vadede birleşme/satın alma (M&A) faaliyetlerine veya kalıcı tesis kapanışlarına zemin hazırlayabilecektir.

Avrupa'nın toplam üretimi (AB27 + Birleşik Krallık + Türkiye + Ukrayna), küresel çelik üretiminin yalnızca %14'ünü oluşturmaktadır. Bu oran, kıtanın küresel çelik üretim merkezi olarak uzun vadede gerileyen konumunu yansıtmaktadır. Yüksek enerji maliyetleri, karbonsuzlaşma yükümlülükleri ve yaşlanan üretim altyapısı da bölgenin rekabet gücünü olumsuz etkilemektedir.



Son dönemde kapasite kullanım oranındaki artış, otomotiv ve inşaat sektörlerinde gözlenen stok yenileme döngüsü ve sınırlı talep toparlanması ile desteklenen taktiksel bir olumlu gelişme olarak değerlendirilebilir. Ancak bu artış, henüz yapısal bir dönüşüm sinyali vermemektedir. Kalıcı bir toparlanma için nihai pazar talebinde belirgin bir güçlenmeye, enerji maliyetlerinde rahatlamaya ve AB'nin yeşil çelik dönüşüm hedefleri doğrultusunda politika desteğinin gerekli olduğuna inanıyoruz.

Türkiye Çelik Sektörü Görünümü

2021–2023 Daralması: Türkiye'nin ham çelik üretimi, 2021'deki tarihi zirvesi olan ~40.4mn ton seviyesinden 2023'te ~33.7mn tona gerileyerek düşüş eğilimine girmiştir. Bu gerilemenin temel nedenleri arasında yüksek enerji maliyetleri, döviz kuru oynaklığı ve jeopolitik şoklar (örneğin Şubat 2023 depremi) öne çıkmaktadır. Bu dönemde Türkiye, net ihracatçı pozisyonundan net ithalatçı konumuna geçmiş ve 2023'ü ~6mn ton net ithalatla kapatmıştır.

2024'te Dengelenme: 2024 yılında üretim yıllık bazda %9.4 artışla ~36.9mn tona yükselirken, kapasite kullanım oranı %56.8'den %62.2'ye toparlanmıştır. Görünür çelik tüketimi %0.6 artarak 38.3mn tona ulaşmıştır. İhracat hacmi %27.6 artarken, özellikle AB'ye yapılan sevkiyatlarda %79 oranında çarpıcı bir yükseliş kaydedilmiştir. Buna karşılık ithalat artışı sınırlı kalmış (%+1.7), anti-damping önlemleri gibi ticaret savunma araçlarının etkisi hissedilmeye başlanmıştır.

Ya Sonra?: Toparlanma sinyallerine rağmen, 2024 yılında Türkiye yaklaşık 4mn ton net çelik ithalatı gerçekleştirmiştir. Çin, Vietnam ve Rusya gibi ülkelerden gelen düşük fiyatlı ürünler, yerli üreticiler için baskı oluşturmaya devam etmektedir. Bu durum, Türkiye'yi çeşitli ticaret savunma önlemleri almaya itmiştir. Sıcak haddelenmiş yassı çelik ve inşaat demiri için başlatılan anti-damping soruşturmaları ve filmaşin ürünleri için başlatılan korunma önlemi incelemeleri halen sonuçlanmamıştır. Hızlı ve etkili bir uygulama eksikliği, yerli üreticilerin küresel arz fazlası ve fiyat baskısına karşı hassasiyetini artırmaktadır. Önümüzdeki dönemde sektörün ithalata bağımlılığı ve marj sürdürülebilirliği, yalnızca yerli ticaret savunma önlemlerinin etkisine değil, aynı zamanda dış pazarlardaki gelişmelere de bağlı olacaktır.

Vergi Rejimleri ve Yerli Üreticilere Olası Etkiler: Amerika kıtasında, Türkiye menşeli çelik ürünleri halen %50 oranında ad valorem Section 232 vergisine tabidir. 2025 içinde bu oran %25'e inse de kısa süre içinde tekrar %50'ye çıkarılmıştır. Ayrıca, Nisan 2025'ten itibaren yürürlüğe giren evrensel %10'luk taban ithalat vergisi ve Çin/AB gibi büyük ticaret ortaklarına karşı uygulanan daha yüksek karşılıklı tarifeler göz önüne alındığında, Türkiye'nin mevcut durumda görece avantajlı bir konumda olduğu değerlendirilmektedir. Türkiye hâlihazırda bu tarifeye maruz kalmış olsa da, daha ağır oranlardan etkilenmemekte; bu da özellikle soğuk haddelenmiş ve galvanizli ürün ihracatçılarının ABD iç fiyatlarındaki yükselişten faydalanarak mevcut pazarlara erişimini korumasına olanak sağlamaktadır.

1995'ten bu yana yürürlükte olan Türkiye–AB Gümrük Birliği sayesinde, Türk çeliği AB'ye gümrüksüz şekilde ihraç edilebilmektedir. Bununla birlikte, soğuk haddelenmiş paslanmaz çelik gibi bazı ürünlerde AB'nin anti-damping ve telafi edici vergileri hâlâ yürürlüktedir. Son olarak, Mısır Ekim 2024'te Türkiye menşeli soğuk haddelenmiş, galvanizli ve kaplamalı ürünlere yönelik anti-damping soruşturması başlatmıştır. Filmaşin ve inşaat demirine yönelik korunma önlemleri de yürürlüktedir. Bu gelişmeler, MENA bölgesine yapılan Türk çelik ihracatını baskılayabilir ve ürün çeşitliliği ile katma değerli segmentlere geçiş ihtiyacını artırabilir.

TÇÜD'ün (Türkiye Çelik Üreticileri Derneği) Mayıs 2025 bültenine göre; 2025'in ilk dört ayında Türkiye'nin ham çelik üretimi yıllık bazda %1.0 daralarak 12.3 milyon tona gerilemiştir—buna rağmen, baz etkisinin normalize olması ve özellikle uzun (ve bağlantılı yarı mamul) ile sıcak haddelenmiş segmentlerde iç talebin kademeli toparlanmasıyla, görece dirençli bir sonuç ortaya koyulmuştur. Bu üretim trendi, Kardemir gibi uzun ürün odaklı üreticiler açısından hacim tarafında destekleyici olabilir; nitekim Kardemir aynı dönemde satış hacmini %13.0 oranında artırmıştır. Erdemir de sıcak haddelenmiş ürünlerde %1'lik yıllık artışla momentumun güçlendiğini işaret etmiş, bu da inşaat ve otomotiv bağlantılı talepte kademeli bir dengelenmenin başladığına işaret etmektedir (Erdemir uzun ürün grubunda %3'lük bir daralma yaşandı). Ancak, bu -göreceli olmakla birlikte-dirençli duruşa rağmen, Türkiye çelik sektörü hâlâ yurt dışındaki korumacı ticaret rejimlerinin, dış talepteki zayıflığın ve özellikle düşük maliyetli Asya menşeli ürünlerden kaynaklanan ithalat baskısını dengeleyecek etkin yerel politika eksikliğinin baskısı altında kalmaya devam etmektedir. Alınan sınırlı ticaret savunma önlemlerine karşın, piyasa agresif fiyatlama davranışlarına karşı savunmasız durumda kalmakta ve yerli üreticiler rekabet açısından dezavantajlı konuma düşmektedir.

Buna karşılık, mamul çelik tüketimi yıllık bazda %6.3 azalarak 12.0 milyon tona gerilemiş ve bu durum, inşaat ve imalat sektörlerindeki zayıflığın devam ettiğini göstermiştir. Ancak dış ticaret tarafında performans dikkate değer ölçüde iyileşmiştir: çelik ihracatı miktar bazında %17.3 artışla 5.0 milyon tona, değer bazında ise %7.6 artış göstermiştir. İthalat ise miktar bazında %0.9 artışla 5.6 milyon tona çıkarken, değer bazında %6.6 oranında azalmıştır.

Bu gelişmeler sonucunda ihracat/ithalat karşılama oranı önemli ölçüde artarak %83.4 seviyesine ulaşmıştır (bir önceki yıl %72.4). Ancak, özellikle yarı mamul ve yassı ürün segmentlerindeki düşük maliyetli ithalatın devam etmesi, ürün farklılaştırma kabiliyeti sınırlı olan orta seviye üreticiler açısından marjlar üzerinde ek baskı oluşturmaya devam etmektedir.

Görüşümüze göre, AB ve MENA bölgesi gibi ihracata dayalı coğrafyalarda yüksek paya sahip şirketler (halka açık örnek olarak kısıtlı penetrasyonla Erdemir ve İzmir Demir Çelik; ürün grubu olarak farklılık yaşasa da yer yer Kocaer), bu bölgelerde ilave ticaret savunma önlemlerinin (örneğin korunma kotaları, damping vergileri) devreye girmesi durumunda fiyat baskısı ve kapasite kullanımında zayıflık riskiyle karşı karşıya kalabilir. Öte yandan, sanayi tipi profillerde uzmanlaşmış ve aşağı yönlü entegre yapıya sahip katma değerli niş oyuncular (örneğin Kocaer), ürün çeşitliliği, müşteri sadakati ve coğrafi yayılım sayesinde marjlarını savunma konusunda daha avantajlı konumda olabilir.