TBMM Anayasa Komisyonu Başkanı Bozdağ: Tayyip Bey FETÖ'nün Türkiye'yi işgaline engel oldu
TBMM (AA) – Eski Başbakan Yardımcısı ve Adalet Bakanı, TBMM Anayasa Komisyonu Başkanı Bekir Bozdağ, FETÖ’nün 15 Temmuz darbe girişiminin 4. yılı ve FETÖ’yle mücadeleye ilişkin Anadolu Ajansı’nın (AA) sorularını yanıtladı.
Bozdağ, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın, liderliğiyle nasıl Türkiye’yi bütün vesayet organlarından kurtardıysa FETÖ’nün Türkiye’yi işgaline de engel olduğunu belirterek, “Tayyip Bey olmasaydı FETÖ’yle mücadeleyi Türkiye’nin gündemine ne CHP ne de diğerleri getirebilirdi. Böyle bir mücadele de yapılamazdı.” dedi.
Teröristbaşı Gülen’in iadesi için ABD’ye binlerce delil sunmalarına rağmen adeta ıslak imzalı bir belge istendiğinin altını çizen Bozdağ, “‘Efendim deliller reddolur.’ dediler. Bunun üzerine ‘Peki reddolacaksa siz mahkemeye gönderin, mahkeme reddetsin.’ dedim. Mahkemeye buna rağmen göndermediler. Çünkü mahkemeye gönderdiği zaman, adil, objektif bir mahkeme o iade talebini reddetmez.” diye konuştu.
Anayasa Komisyonu Başkanı Bozdağ’a yöneltilen sorular ve bu sorulara verdiği cevaplar şöyle:
Türkiye bugüne kadar sürekli darbelere maruz kalan bir ülke. Siz ise hükümette bazı ciddi adımlar attınız. Darbeleri engelleyecek adımlar attınız ama en nihayetinde 4 sene önce teşebbüsünde bulunuldu. Bunu neye yoruyorsunuz? Bütün bu atılmış adımlara rağmen Türkiye’de darbe olabilme ihtimalini neye yoruyorsunuz?
Keşke Türkiye’nin böyle bir kültürü hiç olmamış olsaydı. Hem Osmanlı’da hem de Cumhuriyet döneminde pek çok hükümet darbesiyle Türkiye karşı karşıya kaldı. Bunları yok edecek bir kültürü de geliştirmeyi başaramadık. Türkiye’de 27 Mayıs 1960 darbesi, 12 Eylül 1980 darbesinin geri sayımının başladığı gündür esasında. 12 Mart 1971 muhtırası, 28 Şubat 1997 muhtırasının geri sayımının başladığı gündür. Sebebine gelince, Türkiye’de darbeden sonra iş başına gelen hükümetler, ‘Bir daha bu ülkede darbe olmasın, kimse darbe yapmaya cüret edemesin.’ diye tedbir almamış. Sanki hiçbir şey olmamış, her şey güllük gülistanlıkmış gibi yoluna devam etmiş. Hatta 1963 yılında bir kanun tasarısı parlamentoya sunuluyor. O kanun parlamentoda kabul ediliyor. 27 Mayıs gününü Hürriyet ve Anayasa Bayramı olarak yasalaştırıyorlar. Bir darbenin yapıldığı günü, hükümet bayram ilan eden kanun tasarısı hazırlıyor. O zamanın Meclisi çift kanat, hem senato var hem millet meclisi ikisi beraber kabul ediyor. Darbenin yapıldığı gün Hürriyet ve Anayasa Bayramı; hem hürriyet yok ediliyor hem de anayasa ilga ediliyor fakat Meclis, hükümet, bunu bayram ilan ediyor ve biz devlet olarak yaklaşık 20 yıl darbenin yapıldığı günü Hürriyet ve Anayasa Bayramı olarak kutladık. Hiçbir tedbir geliştirilmedi, alınmadı, dolayısıyla her darbe bir sonraki darbe için her muhtara bir sonraki muhtıra için başlangıcın ilk günü olarak gelişti.
İlk defa Türkiye’de yeni darbeler, muhtıralar olmasın diye tedbir alan, duruş ortaya koyan hükümet AK Parti hükümetidir, Cumhurbaşkanımız Erdoğan’ın liderliğindeki Cumhuriyet hükümetleridir. 15 Temmuz, son darbe teşebbüsüdür. AK Parti iktidara geldikten sonra pek çok başka darbe teşebbüsleri de oldu. 367 kararının verildiği Anayasa Mahkemesi, ben o kararı Meclisin iradesine bir darbe olarak görürüm. Çünkü parlamento cumhurbaşkanını seçemedi. Arkasından 2008’in başında Milliyetçi Hareket Partisi ile AK Parti anlaştı, yükseköğrenimde başörtüsünü serbest bırakan bir düzenleme yaptı. Arkasından 14 Mart 2008’de AK Parti’ye kapatma davası açıldı. Cumhurbaşkanımız dahil, aralarında ben de varım 72 kişiye siyasi yasak talep edildi. Eğer bu dava kabul edilseydi, Cumhurbaşkanımıza yasak konulsaydı, hükümet, Anayasa Mahkemesi kararıyla düşmüş oluyordu. Çünkü Başbakan düşünce, hükümet otomatik düşüyor Anayasa’ya göre. Bu da ayrı bir yargı yoluyla bir başka darbe teşebbüsüdür. 27 Nisan e-bildirisi de öyle. Ondan önceki muhtıralara baktığınızda, hükümetler duruş koymadı ama 27 Nisan bildirisini Cumhurbaşkanımız yırttı, çöpe attı. ‘Asker hükümete talimat veremez, muhtıra veremez, bildiri gönderemez, ben bunu ayağımın altına atarım.’ dedi, yırttı çöpe attı.
Gezi olayları, Mısır’da Mursi’ye yapılan darbenin Türkiye’de Cumhurbaşkanı Erdoğan ve hükümetine yapılması için başlatılmış bir başka darbe teşebbüsüdür. Aynı şekilde mukabele gördü; Cumhurbaşkanımız bu meydanları hareketlendiren, Mısır’daki sonucu Türkiye’de elde etmek isteyen güçlere ve onların Türkiye içinde kullandığı herkese, milleti arkasına alarak büyük bir mücadele verdi ve o süreci akamete uğrattı.
17-25 Aralık da hakeza aynıdır. O da bir başka darbe teşebbüsüdür. FETÖ’nün yargı ve emniyet içindeki teröristleri vasıtasıyla yargı darbe teşebbüsüdür. Doğrudan Cumhurbaşkanımızı ve hükümetimizi hedef alan, onları iktidardan indirmeyi hedef alan bir başka darbe teşebbüsüdür. Bütün bunlarla mücadele etti AK Parti. Bunların hepsini de etkisiz hale getirdi. Askeri İç Hizmet Kanunu’nun 35. maddesini bütün darbeciler darbelere gerekçe olarak ‘Biz kanundan aldığımız yetkiyi kullanıyoruz.’ diye yazarlardı. İç Hizmet Kanunun 35. maddesini biz değiştirdik. Meclisin hemen ilerisinde bir tabur vardı. Meclisin içine de tabur koymuşlar, yani bir darbe teşebbüsü sırasında Meclisi tabur hemen teslim alır. Cumhurbaşkanımız, Başbakanlığı döneminde, onun talimatıyla Meclis Başkanımız Cemil Çiçek’in başkanlığı döneminde tabur Meclisten çıkarıldı. Eğer tabur çıkarılmamış olsaydı, 15 Temmuz gecesi parlamentoyu açabilir miydik? Parlamentoyu, oradaki tabur darbecilerle beraber hareket ettiği takdirde hemen teslim alırdı. Bu bakımdan, darbeyi önleme bakımından atılan önemli bir başka adımdır. Ancak en önemli adımlar 15 Temmuz darbe teşebbüsünün arkasından atıldı. OHAL ilan edildi ve bu çerçevede Cumhuriyet tarihinde ilk defa, bu ülkede yeniden darbe yapılmasın, yeniden muhtıra verilmesin, verilen, yapılan bir şey olursa da asla başarıya ulaşmasın diye ciddi tedbirler alındı. Örneğin Genelkurmay, Milli Savunma Bakanlığına bağlandı. Eskiden bunu konuşmak bile mümkün değildi. Kuvvet komutanlıkları doğrudan Milli Savunma Bakanlığına bağlandı.
Jandarma Genel Komutanlığının, Genelkurmay ile Milli Savunma Bakanlığı ile olan bir irtibatları tamamen koparıldı. Cumhurbaşkanı, Anayasamıza göre başkomutandır ama askeri birliklere emir verme yetkisi yok. Emir verme yetkisi olmayan bir başkomutan. Başbakanın da yok eski sistemde, Milli Savunma Bakanının emir verme yetkisi yok. İlk defa Cumhurbaşkanına ve Milli Savunma Bakanına TSK’nın doğrudan her kademesine emir verme yetkisini yasaya koyduk, çünkü o gece yaşanan sorunlar bunun büyük bir sorun olduğunu gösterdi ve bunu da getirdik. Askeri liseler, askeri harp okulları kaldırıldı, Milli Savunma Üniversitesi kuruldu. Daha ilk öğrenciliğe başladığı gün darbe rüyasıyla başlayan bir zihniyeti tamamen yok etmek, liseden sonra bu eğitimi başlatmak ve bunu da yeni bir sistem üzerinden götürmek için Milli Savunma Üniversitesi kuruldu ve askeri liseler kaldırıldı.
Ankara’nın çevresinde birçok birlik vardı, Ankara’nın ihtiyacı olmadığı halde; mesela tanklar, başka şeyler, buraya düşmanın gelmesi mümkün değil, esasında sınıra yakın yerlerde konuşlandırılması gerekirken Ankara’ya konuşlandırılmış birliklerin tamamı Ankara dışına çıkarıldı. İstanbul’da da aynı adımlar atıldı. Meclis o gece bombalandı fakat bomba atan uçaklardan Meclisi koruyan savunma sistemi yok. Başbakanlık, İçişleri Bakanlığı, Özel harekat, Emniyet Genel Müdürlüğü, Jandarma Genel Komutanlığı, Cumhurbaşkanlığı bombalandı. Hiçbirinin kendilerini koruyacak savunma sistemleri yok ama şimdi hepsinin üstünde uçuş yasağı var bir, ikincisi de hepsini savunma sistemleri koruyacak. Birisi buraları bombalamaya cüret ettiği zaman bunu yapamadan aşağıya indirecek savunma mekanizmaları oluşturuldu.
Çok ciddi demokratikleşme reformları yapıldı OHAL’in ilanından sonra. Şimdi bunlar görülmedi, normal zamanlarda biz bunları yapmış olsaydık ayakta alkışlanacak şeylerdi. Biz OHAL ile Türkiye’nin en önemli demokratikleşme reformlarını gerçekleştirdik ve bunu Türkiye tarihine de geleceğine de emanet ettik. En önemli reformlar, yeniden bu ülkede darbe olmasın, yeniden muhtara olmasın diye atılan adımlardır. Bu adımların en önemlisi belki sistem değişikliğidir. Hükümet sistemi değişikliği, Türkiye’de yeniden darbe oluşmasın, darbe oluşturacak bir zemin oluşmasın diye atılmış tarihi bir adım ve büyük bir reformdur. Artık yetkiyi halk veriyor. Yüzde 51 ile veriyor. Yüzde 51’in rızasını arayan; askerden, vesayetten, darbeden, şuradan buradan medet umamaz. Halk işe el koyar ve meseleyi çözer. AK Parti döneminde atılan bu adımlar, Türkiye’nin geleceğinde yeni muhtıralar ve darbelerin oluşmasını engeller. Eğer engelleyemezse bile bu düzenlemeler, bu girişimlerin başarılı olmasını kesinlikle engelleyecek tarihi adımlar, büyük demokratikleşme reformlarıdır.
Bu darbe kültürü artık Türkiye’den gitti mi? Özellikle orduda yapılan değişiklikler, bir zihin dönüşümü oldu mu sizce?
Bunların hepsi, bir zihniyet değişikliği yapmak için yeni bir kültür oluşturmak için ekilmiş tohumlardır. Bu tohumlar filiz olacak daha sonra meyvelerini verecek. Bunlar yeni adımlar. Birdenbire her kanuni düzenleme 40-50 yıllık kültürü yok edip yeni bir kültürü herkesin içine sindirmesini sağlayamaz, zamana ihtiyaç var. Ama aradan geçen 4 yıl içerisinde bu konuda ciddi mesafeler alındı. Önümüzdeki zaman dilimi içerisinde bu oluşacaktır.
Rahmetli Menderes hayattayken darbeye uğradı, hükümeti düştü ama halk sahip çıkmadı gözüküyor. Neden? Bakıyorsun Menderes kendi teslim oldu. 12 Mart muhtırası oldu, muhtıraya karşı hiçbir genel başkan, başbakan, Cumhurbaşkanı dahil karşı durmadı. Muhtıra geldi Cumhuriyet senatosunda okundu, Millet Meclisinde de okundu, Resmi Gazete’de yayınlandı. Hiçbir milletvekili, o dönemin meclis başkanı çıkıp da ‘Bu parlamento demokrasinin merkezidir, siz milletin iradesinin oluştuğu Mecliste muhtıra okutamazsınız.’ demedi. ‘Bu muhtırayı verenleri Cumhuriyet savcılığına bildirelim onlar hakkında işlem yapsın.’ demedi. Meclis Başkanı iade edelim demedi. Sadece Hasan Korkmazcan itiraz etti. Parlamento kafasını eğdi, muhtırayı dinleme zilletini yaşadı. Arkasından hükümet istifa etti, muhtıracılar ‘Her partiden bakan lazım.’ dediler, bakan verdiler ve hükümete güvenoyu verdiler. 12 Eylül’de de liderler sokağa çıkmadı, darbeye direnmedi, teslim oldu. 28 Şubat’ta merhum Necmettin Erbakan liderleri gezdi, 28 Şubat kararlarını imzalamamakta direndi. Liderleri gezdi, yardım istedi, ‘Gelin biz bunlara karşı birlikte mücadele edelim.’ dedi, yalnız bıraktılar. DYP’ye operasyon yapıp, pek çok milletvekilini istifa ettirip yeni bir parti kurdurdular, Erbakan Hoca yalnız bırakıldığından istifa etmek zorunda kaldı. Halkımızın güzel bir tabiri var: Lider çalının arkasına saklanırsa, halk dağın arkasına saklanır. Şimdi ilk defa 15 Temmuz darbe teşebbüsü sırasında Türkiye’nin lideri, Cumhurbaşkanımız Erdoğan, kendinin, eşinin, çocuklarının ve torunlarının, en sevdiklerinin ölümünü göze alarak darbecilere darbe indirme, onlarla mücadele etme kararı aldı. Hava sahası darbeci teröristlerin kontrolü altında olduğu bir vakitte, kendini ve ailesini infaz etmek için timin onu aradığı vakitte halkı havaalanına ve meydanlara çağırdı: ‘Onlar tankıyla, topuyla gelsinler, ben halkın gücünün üzerinde bir güç tanımıyorum.’ dedi ve ölmek üzere, ölümü göze alarak İstanbul’a uçtu, halkın arasına indi ve mücadele etti. Bunu gören halk, iradesini ve ölümü göze alan lideri gören halk sokaklara indi, tankların altına yattı, kurşunlara göğsünü siper etti; elleriyle helikopterleri, uçakları, otomatik silahları, tankları adeta durdurdu. Silahsız güçler, silahlı güçleri yenmeyi başardı.
Parlamentoda o gün ‘Burayı kapattırmayız, bizim cesetlerimizi çiğnemeden içeri giremezsiniz, ne yaparsanız yapın buradayız.’ diyen, sokaktaki halk nasıl ölümü göze aldıysa ölümü göze alan vekiller de iki kez bombalanmasına rağmen parlamentoyu açık tutmayı, darbecilere direnmeyi başardılar. Dolayısıyla yeni bir kültür ortaya çıktı. Darbeye ve darbecilere teslim olmayan, onlara ölümüne meydan okuyan, her şeyi göze alan bir lider, bir halk, bir hükümet, bir parlamento ortaya çıktı; darbeyi de darbecileri de yendi ve Türkiye’de yeni bir kültürün oluşmasını sağladı.
Geçmişte Tayyip Bey gibi eğer rahmetli Menderes de meydan okusaydı bence bu millet onun da arkasından da giderdi; rahmetli Demirel meydan okusaydı bu millet yine onun arkasından giderdi. 12 Eylül’de o zamanın başbakanı, liderleri meydan okusaydı, millet yine giderdi. Rahmetli Erbakan yalnız kaldığında istifa etmek yerine meydan okusaydı, millet yine arkasından giderdi. Ama bunlar yapılmadı. İlk defa Sayın Cumhurbaşkanımız meydan okudu, yürüdü, halk da arkasından yürüdü. Tıpkı 100 yıl önce Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün, yurdun dört bir yanı işgal altındayken, vatan, millet, devlet için yürüdüğünde, bütün zorluklara rağmen millet arkasından yekvücut olduğu gibi aradan geçen yüz yıl sonra da Sayın Cumhurbaşkanımızın arkasında birlik oldu, yürüdü. Dolayısıyla halkımızın bilinci yeniden şekillendi. Eskiden böyle bir olay yoktu. Boru sesini duyunca hemen teslim olan bir yapı… Ama ilk defa boru sesine, boruyu çalanlara ve boruyu çalanların tasmasını elinde tutanlara meydan okuyan bir lider, hükümet, meclis ve halk, ölümü göze alan bir irade… Ölümü göze alanları tank da top da jetler de silahlar da yenemez ve yenemediler. O yüzden Türkiye’de yeni bir kültür oluşuyor. Bundan sonra bu ülkede başarılı bir darbe yapma imkanı neredeyse kalmamıştır. Kim niyetlenirse karşısında önce Türk halkını bulur.
Travmatik bir siyasi sürecimiz var. Başbakan asmışız, Dışişleri Bakanı, Maliye Bakanı asmışız 1961’de. Sonraki süreçlerde sürekli demokrasi müdahaleleri, sürekli darbeler… 15 Temmuz’da Sayın Cumhurbaşkanının konuşması çok önemliydi, sonra halk sokaklara yoğun bir şekilde çıktı ama öncesinde de insanlar bu darbe teşebbüsünü fark ettiklerinde saat 10.30-11.00 gibi zaten bir milli bir ruhla çıkan insanlar da vardı. Bu travmanın getirdiği bir sonuç mu? Yani insanlar ‘yeter artık’ mı dediler 15 Temmuz’da. 1960, 1971, 1980’de yaptınız. Bu ülkenin artık bu çağdaş ülke olması, sürekli darbelere maruz kalmaması; bu şuuru besleyen, bu travma mıydı sizce, başka hangi sebeplerdi?
Benim gördüğüm bu millet yiğit ve cesur liderlerin arkasından gitmeyi hep sevdi. Ölümüne gitmeyi… Başıma şu gelir, bu adımı atarsak şu olur diye düşünüp düşünüp, yaşanacak sıkıntıları göze alamayıp geri adım atanlardan da çok çekti. Onun için Tayyip Erdoğan, yaşanacak sıkıntıları değil milletin hakkını, hukukunu, iradesini, şerefini, istiklalini ve istikbalini korumayı öne aldığı için her türlü sıkıntıyı yaşamayı göze aldı. Cumhurbaşkanlığı seçiminde teslim olmadı. 367 kararı, 27 Nisan e-muhtırası, seçim kararı aldık ve seçime gittik, teslim olmadı; Cumhurbaşkanlığı seçim sitemini değiştirdik. Gezi olayları başka bir teşebbüstür. Gezi olayları sırasında Mursi’nin başına gelenleri Sayın Cumhurbaşkanımızın başına getirmek istediler. Biz onunla mücadele ettik ve Gezi kalkışmasını yapanların da bütün oyunlarını bozduk. 17-25 Aralık çok açık, net, bal gibi darbe teşebbüsüdür. Yargı yoluyla, FETÖ’nün emniyet ve yargı içindeki teröristlerince teşebbüs gerçekleştirildi ama ona da teslim olmadık. Tayyip Bey onunla da mücadele etti. Onlar da kaybettiler. Onlar o zaman da yenildiler. Hendek terörü de sadece terör faaliyeti değil hükümeti düşürme hedefi olan bir faaliyettir. Hendeği de o hendeği kazanları da gömerek o hesabın da bozduk.
Millet şunu gördü: Recep Tayyip Erdoğan ve arkadaşları mili iradeyi canı pahasına koruyor, demokrasiyi, milli iradeyi, bu milletin hakkını hukukunu koruyor. Hak bildiği konuda geri adım yok, cesur bir irade var, o iradeyi gördü ve o iradenin peşine takıldı. O gece de Cumhurbaşkanının teslim olmadığını, ölmeyi göze aldığı ve halkını yardıma çağırdığını görünce halk peşine takıldı. Gezi olaylarında meydanda halkla beraberdik. 17-25 Aralık, yine halkla birlikte aştık. Halk, yine en son darbe teşebbüsünde bu cesur lideri yalnız bırakmamak için her şeyi göze aldı. Halk, darbecilerden, muhtıracılardan bıktı usandı, onlara artık ‘yeter’ dedi ama öte yandan da böylesi cesur duruşu hiçbir lider bugüne kadar göstermedi. Gösterince de millet ölümüne sahip çıktı. O gece milleti sokağa döken irade, benim kanaatimce en önemlisi Cumhurbaşkanımızın duruşudur.
O gece yaşananlardan birini anlatmak isterim. O gece çok olay oldu. Başlangıcında arabayla geziyorum şehir içinde. Bir yandan da televizyonlara bağlanıyorum, halkı mücadeleye davet ediyorum. Fakat Ankara’nın dışına doğru o kadar çıkan araç vardı ki ‘eyvah’ dedim. ‘Halk olup bitenden endişeye kapıldı, şehri terk etmeye başladı.’ Benzinliklerde kuyruklar çok fazla. Ben de ‘Halk Ankara’yı boşaltıyor.’ diye endişelendim ama Cumhurbaşkanımızın bir özel kanalda yayınlanan konuşması ortaya çıktıktan sonra, ölümü göze alan cesur ve yürekli duruşu ortaya çıkınca, millet peşine düştü. Bir müddet sonra yağmur gibi Ankara’ya araba giriyor, çıkan araba neredeyse kalmadı. Tayyip Bey’in bu çağrısına millet kulak verdi ve koştu. Bundan önce böyle bir çağrı yapan Türk lideri yok. Sadece 19 Mayıs’ta kurtuluş mücadelesi veren Gazi Mustafa Kemal’in çağrıları var. Zaten onun da arkasına millet düştü ve yedi düveli ülkeden kovdu. İkinci çağrıyı yapan Cumhurbaşkanımız Sayın Erdoğan’dır. O çağrıyı yaptığı için bu millet onun da peşine düştü. Türk milleti, liderlerinin samimi, cesur, yürekli çağrısı karşısında her zaman her şeyini feda etmeyi göze almış bir millettir ve o gün bunu başardık.
Eskiden şöyle tartışmalar yaşanırdı: ‘Ben daha çok cumhuriyetçiyim, sen daha az cumhuriyetçisin, ben daha çok demokratım, sen değilsin…’ Cumhuriyet ve demokrasi birilerinin tekelinde görünürdü. Ancak 15 Temmuz bir şey gösterdi: Artık bu ülkede Cumhuriyet, demokrasi, milli irade ve bunların müdafaası bu milletin ortak değeridir. Tartışmasız 83 milyon o gün dünyaya şunu ilan etti: ‘Cumhuriyetin, demokrasinin, mili iradenin de sahibi benim. Bunların başı tehlikeye girerse, dara düşerlerse, onların muhafızlığını, müdafaasını yapacak benim.’ dedi ve o gece canını feda edecek derecede bir muhafızlık görevi yaptı ve büyük bir müdafaayı ortaya koydu. Artık Türkiye’de demokrasimizin, Cumhuriyetimizin ve milli iradenin muhafızı, müdafi Türk milletidir. Vesayet odakları, asker, İç Hizmet Kanunu’nun 35. maddesiyle, cumhuriyeti koruma ve kollama görevi gibi birtakım gerekçelerle durumdan vazife çıkarıp Cumhuriyet ve demokrasiyi yok eden adımları atıyordu, artık yok. Artık millet ‘Cumhuriyetin sahibi benim, korunacaksa, müdafaa edilecekse ben ederim, demokrasinin de sahibi benim, korunacaksa, müdafaa edilecekse ben ederim, uğruna ölünecekse de çekinmeden canımı feda ederim.’ dedi. Bu da ülkemiz için çok büyük bir kazanç oldu.
Darbe girişiminden sonra Türkiye’de müthiş bir konsensüs oluştu. Bütün siyasi partiler bu antidemokratik girişime karşı pozisyonlarını ilan ettiler. 7 Ağustos’ta da İstanbul Yenikapı’da Demokrasi Mitingi yapıldı. Burada Sayın Cumhurbaşkanı, Sayın Kılıçdaroğlu, Sayın Bahçeli ve siyasi liderler hepsi birlikte platforma çıktı, halkı selamladılar. Darbe girişimlerine karşı olacaklarını söylediler. Ancak üzerinden 4 yıl geçtikten sonra bugün ciddi fikir ayrılıkları başladı. Özellikle CHP ve başka bazı partiler yapılan birtakım yanlışlıklar olduğunu söyleyerek, ’20 Temmuz darbesi’ diyerek, ‘bütün muhaliflerin ezildiği, onların yok edilmek istendiğine’ dair iddialar ortaya atıyorlar. Sizin cephenizden baktığımızda da FETÖ’nün kalıntılarıyla yapılan mücadele olduğunu görüyoruz. Bu çelişkinin sebebi nedir? Yanlış giden bir şeyler mi var gerçekten yoksa bir anlayış farkı mı ortaya çıktı. Neden bu ayrılış oldu?
15 Temmuz gecesi halkın bir kısmı darbe başarılı olsun diye bekledi. Siyasilerin bir kısmı da bekledi. Hatta bazı illerde sala okuyan müezzinleri dövmeye teşebbüs eden alçaklar oldu. Darbecileri alkışlayanlar oldu. Halka ‘Sokağa çıkmayın’, ‘Bugünün yarını var’ diyenler oldu. Bütün bunları halk dinlemedi, sokağa çıktı. CHP’nin Sayın Genel Başkanı da diğer partilerin sayın genel başkanları da ve Türkiye’de siyaset yapan herkes de halkın, bu bendini çiğneyip aşan coşkusu karşısında halkın iradesinin aksine bir irade ortaya koyma veya böyle bir iradeyi göstermeye mecal bulamadı. Çünkü halk demokrasiye çok güçlü bir iradeyle, 251 şehit vererek, 2191 gazi vererek sahip çıktı. Milyonlarca insan, ölmeyi göze alarak sahip çıktı. Bu büyük bir fotoğraf. Herkese bunun çok ciddi mesajları var. O nedenle Türkiye’nin yaşadığı bu darbe teşebbüsü ve bu darbe teşebbüsüne karşı Türk milletinin asil ve cesur duruşu herkesi teslim almıştır. Herkese bir ayar vermiştir. Herkese bir düzen vermiştir.
7 Ağustos’taki Yenikapı’daki büyük miting, bu herkese verdiği ayarın bir sonucudur. ‘Bir olun, beraber olun herkesi yenin. Bak biz bir olduk 15 Temmuz’da, beraber olduk hem FETÖ’yü hem FETÖ’nün yularını elinde tutan ülkeleri ve istihbarat örgütlerini ezdik, geçtik.’ Böyle bir duruşu, halkın iradesinin zorunlu hale getirdiğini düşünüyorum. Bundan kaçış yoktu. Hatırlarsanız, Sayın Kılıçdaroğlu önce katılmayacaktı sonra kendi tabanından da halktan da gelen tepkiler üzerine katılma kararı verdi. Bu önemli bir konu.
20 Temmuz’da biz OHAL ilan ettik. OHAL’i niye ilan ettik? Darbe teşebbüsüne kalkışanlarla mücadele için ilan ettik. Türkiye büyük bir tehlike, tehdit atlatmış. İşgal girişiminden, darbe teşebbüsünden, bölünmekten, iç çatışmadan, hükümetin düşürülmesinden, Anayasa’nın ilgasından, Meclis’in kapatılmasından, istiklalinin tehlikeye girmesinden ve istikbalini karartmaktan, pek çok tehlike ve tehditten o gece kurtulmuş, büyük bir mücadele vermiş. Oturup, biz bir daha böyle olaylar yaşanmasın diye bir düşünüp tedbir almayacak mıyız? OHAL ilanı Türkiye’nin o zaman yaşadığı darbe teşebbüsü ve o süreçte olup bitenler karşısında devletimizi bütün imkanlarıyla en üst düzeyde müteyakkız hale getirmek için alınmış bir karardır. Türkiye’de bir daha darbe olmasın diye alınacak tedbirleri, atılacak adımları atmak için alınmış bir karardır. FETÖ gibi kendini çok değişik kılıflar altında gizleyerek devlete sızmış teröristleri devletin içinden ayıklamak için atılmış tarihi bir adımdır.
Ondan sonra yaptıklarımızda ne var? Ben şimdi soruyorum; ‘Darbe yapıldı’ diyor, neye darbe yapıldı. Darbeci zihniyete darbe yapıldı eğer bir darbe yapıldıysa. Bir daha darbeci zihniyet kendini toparlamasın ve bu ülkede darbe teşebbüsüne niyet etmesin… Niyet edenler de bir daha bu niyetlerini düşünsün, vazgeçsinler. Aksi takdirde bedeli çok ağır olur.
15 Temmuz’dan sonra ilan ettiğimiz OHAL, Türkiye’de bir daha darbe olmasın diye atılmış tarihi bir adımdır. Çünkü ondan sonra biz, darbeyi besleyen zemini yok etmek için mücadele ettik. Hukukla mücadele ettik. Şeffaf mücadele ettik. Darbecilere karşı mücadele ettik. Nasıl yaptık? Meclis’e getirdik OHAL KHK’lerini. Meclis’ten de yasalaştırdık. Gizli kapaklı bir mücadele yapılmadı. Türkiye, hukuk devleti içerisinde bir mücadele yaptı. Harp okulları, askeri liseler kapandı. Milli Savunma Üniversitesi kuruldu. Yeni bir düzen attık. Büyük bir demokratikleşme bu. Genelkurmay’ı Milli Savunma Bakanlığı’na bağladık. Kuvvet Komutanlıkları, Milli Savunma Bakanlığı’na bağlandı, büyük bir demokratikleşme adımıdır. GATA kaldırıldı, o da tarihi bir adımdır. Askeri birlikler, Ankara ve İstanbul gibi yerlerden daha uygun yerlere nakledildi, bunlar da tarihi adımlardı.
Öte yandan FETÖ’nün devletimiz için daha fazla tehdit ve tehlike oluşturmaması için de terör örgütüne karşı topyekün bir mücadele verildi. Şimdi birisi çıkıp demesi lazım; atılan adımlardan hangisi kötü oldu sizce? Darbecilerin yargılanması mı kötü oldu? Milli Savunma Üniversitesinin kurulması mı kötü oldu? Milli Savunma Bakanlığına Genelkurmayın bağlanması mı yanlış oldu? Kuvvet Komutanlıklarının Milli Savunma Bakanlığına bağlanması mı yanlış oldu? Cumhurbaşkanı’nın, Milli Savunma Bakanı’nın doğrudan askeri birliklere emir verme yetkisinin getirilmesi mi yanlış oldu? Yoksa FETÖ’nün üzerine devletin bütün imkan ve kabiliyetleriyle gidip FETÖ’nün bütün damarlarının kesilmesi mi onları rahatsız etti? Hangisi? FETÖ’nün üniversiteleri, okulları kapatıldı. Ticari işletmeleri, medyası tasfiye edildi. FETÖ’nün bu ülkede bütün hayat damarları kesildi. Devlet aygıtı içerisinde devletine değil de FETÖ’ye sadakatle bu devletin aleyhine çalışanlar, devlet aygıtı içinden ayıklandı. Bunların hangisi yanlış? O zaman çıkıp ‘Siz bu yaptıklarınızla yanlış yaptınız’ demesi lazım. Ama onu demiyor. Nereye yanlış yapılmış? “Muhaliflere dönük adım atıldı…’ Hiçbir muhalife dönük adım atılmamış, yok öyle bir şey.
“Bu, muhalefetin susturulması için bir bahane olarak kullanılıyor” deniyor.
Örneğin Sayın Kılıçdaroğlu, konuşuyor. En ağır iftiraları Sayın Cumhurbaşkanımıza yapıyor. Her gün ‘diktatör’ diyor. Her gün başka tür iftiralar yapıyor. Madem muhalefeti susturmak istiyor AK Parti iktidarı, o zaman Sayın Kılıçdaroğlu hangi cesaretle her gün Sayın Cumhurbaşkanımıza, AK Parti’ye bu kadar iftira yapıyor. Onun konuşması bile bu ülkede demokrasinin ve özgürlüklerin ne kadar güçlü olduğunu gösteriyor. ‘Muhalefeti susturuyor…’, o zaman sizi susturdu mu, yok. Konuşmanızı engelledi mi bir yerde, yok. Siz söyleyeceklerinizi söylemekten çekiniyor musunuz, yok. Her şeyi söylüyorsunuz.
Ana muhalefetten veya diğer muhalefet partilerinden birisinin çıkıp şunu demesi lazım; ‘Bizim konuşmamızı engellediniz’ demesi lazım. Hem Genel Kurul’da hem grup toplantılarında hem partilerinin kendi çalışmalarında Türkiye’deki bütün siyasi parti liderleri konuşuyor. Hatta MHP ve BBP şu anda Cumhur ittifakı içinde ama onun dışındaki bütün partilerin hepsinin kızıl elması Cumhurbaşkanımızı yıkmak, indirmek. Hepsi bir araya geldi. Hep beraber mücadele ediyorlar. Hangisine bir sıkıntı gelmiştir. Yok öyle bir şey. Ama bir algı oluşturmaya çalışıyorlar. Susturulmak istendiyse, susturulan bir tane muhalif göstermesi lazım.
Yeni kurulan partiler de genellikle bir söylem etrafında şekilleniyorlar. ‘Türkiye’de özgürlüklerin, ifade özgürlüklerinin kısıtlandığı, muhalif seslerin susturulmaya çalışıldığı, medyaların kapatıldığı’ gibi birtakım benzeri suçlamalarda bulunuyorlar. Bunun da zemini olarak ’15 Temmuz’u hükümetin bir bahane olarak kullandığını’ söylüyorlar. Bu doğru mu sizce?
Sayın Mutanoğlu, muhalif diye kapatılan bir medya ismi söyler misiniz? Hangi medyayı kapatmış? Bir tanesi söylesin. Cumhuriyet, muhalefet yapıyor. Kapatıldı mı, yok. Sözcü, muhalefet yapıyor. Kapatıldı mı? Fox, muhalefet yapıyor. Kapatıldı mı? Halk TV, muhalefet yapıyor. Kapatıldı mı? Şunu söylemesi lazım; ‘Şu televizyon, muhalif davrandığı için kapatıldı’, ‘Şu gazete, muhalif davrandığı için kapatıldı’, ‘Şu parti, muhalif davrandığı için kapatıldı ya da başına şunlar şunlar geldi’. Bir tane örnek yok.
Verecekleri örnek eğer FETÖ’nün yayın organlarıysa, onlar muhalif olduğu için değil, terör örgütünün faaliyetleri çerçevesinde terör faaliyetinde kullandığı, terör örgütüne ait oldukları için kapatıldı. Eğer terör örgütünün faaliyetlerini serbest bırakmak, terör örgütüne ait olanların üzerine gitmeyi muhaliflerin üzerine gitmek olarak söylüyorlarsa, o ayrı bir şey. O zaman onu çıkıp açıkça söylesinler. Desinler ki; ‘Siz, FETÖ’ye ait medya organlarını, basın yayın organlarını kapattınız. Bunu yanlış buluyoruz’. Onu demiyorlar. O zaman kimi kapatmışız onu söylesinler. Böyle bir örnek yok.
Bazen kullandıkları bir şey var o da şu; ‘Bir tweet attı birisi, başına gelmedik kalmadı’. Ben Adalet Bakanıydım, bir sürü böyle şeyler oluyor. Adalet Bakanlığı, Cumhurbaşkanımıza hakaretin soruşturulması ve kovuşturulması için izni veriyor. Ben okurken yüzüm kızarıyor, okuyamıyorum. Bir gün bir tweet attılar. Dedim ki; ‘Buyrun bakın bu tweet attı dediğiniz kişinin sözleri, siz eğer bu sözleri kürsüden okuyabiliyorsanız çıkın okuyun.’ Bunların hangisi muhalefet? Cumhurbaşkanımızın şahsına, ailesine, ölmüş annesine sinkaf eden, en adice, en çirkin küfürleri içeren şeyler düşünce mi olur? Muhalefetlik midir bu?
Adam hakaret ediyor, sövüyor, sinkaf. Ben ona soruyorum; “Senin annene, eşine, ölmüş büyüklerine, çocuklarına birisi sinkaf etse, sen ‘Bu düşünce hürriyetidir kardeşim. Elleme konuşsun, hürriyet var Türkiye’de’ der misin?” Sokakta herhangi bir vatandaş, kendine, eşine, ölmüş annesine küfür yapılırsa, ‘İyi yaptın, ben özgür adamım, hoşgörülü adamım, buyur buyur mu’ dersin? Yoksa ona karşı bir tavrın mı olur? Hakareti bizim kanunumuz suç kabul etmiş, ifade hürriyeti kabul etmemiş. Eğer siz, sinkaflı küfür etmeyi ‘Tweet attı diye bu cezaevine girdi veya tutuklandı’ diye takdim ederseniz, başka bir şey olur. Birisi kalkıp diyecek ki, ‘Hakaret yok, sinkaf yok, sadece görüşünü söylemiş, bir konuyu eleştirmiş de o yüzden başına bu gelmiş. İftira yok.’
Bizim kanunumuzda iftira, hakaret suç. Siz iftira ederseniz, bu düşünce açıklama hürriyeti kapsamına girmez. Siz hakaret ederseniz, bu da düşünceyi açıklama kapsamına girmez. Bunlar suçtur, Ceza Kanununda karşılığı vardır. ‘Tweet attı başına şu geldi’ diyene, ‘O tweeti bir okur musun?’ diyorum. ‘Ben o tweetin aynısını sana yazsam sen bana ne dersin?’ Burada büyük bir algı operasyonu var. ‘Türkiye’de demokratikleşme azaldı, şu oldu, bu oldu, şunlar geldi, bunlar gitti’ diye Türkiye’de bir algı yaratılmaya çalışılıyor. Sayın Cumhurbaşkanımızın da olduğu bir toplantıda ‘diktatör’ ifadesini kullandı. Beyefendi de orada ‘O zaman sen niye konuşuyorsun. Ben diktatör olsam sen burada böyle bir konuşma yapabilir misin?’ dedi. Bir ülkede diktatörlük olursa, o ülkede herhangi bir kimse diktatöre ‘diktatör’ bırak demeyi, demeyi aklının ucundan geçirebilir mi? Her gün yüzlerce söylüyorsun ne oluyor? Kim ne yapıyor? Türkiye’de hukuk neyse o işliyor. Siz hakaret, iftira ederseniz, onun karşılığını alırsınız. MAN Adasıyla ilgili getirdiniz birtakım belgeler koydunuz. Konu yargıya gitti. Yargı karar veriyor. Senin aleyhine karar verince yargıyı bağımsız olmamakla suçluyorsun, lehine karar verirse ‘Türkiye’de hakimler var’ diyorsun. Öyle olmaz. Bizim doğru olanda bir noktada ittifakımız lazım.
Şuna inanarak söylüyorum; Türkiye’de demokratikleşmenin ve özgürlüklerin önündeki engelleri kaldıran hükümet, AK Parti hükümetidir. Meclis’te Merve Hanım yemin etmeye kalkıştı, Başbakan’ın ‘Haddini bildirin bu kadına’ sesleri arasında Meclis’ten kovuldu. Vatandaşlığı elinden alındı. Türkiye’ye gelemedi. Şimdi bakın büyükelçi. Parlamentoda başörtülü vekiller var. Üniversitede, ortaöğretimde serbest. İstihdamla ilgili çalışma hayatında serbest. 16 yaşından önce hafızlık eğitimini yasakladı Türkiye, şimdi serbest. 12 yaşın altında Kur’an kursuna gitmeyi yasakladı, şimdi serbest. Türkiye özgürlükler alanında alabildiğince genişledi. En son Ayasofya kararı… Ayasofya hürriyetine kavuştu. Türkiye’de övünülecek kaç tane demokratikleşme adımı var, onu birisinin söylemesi lazım. Kim attı bu adımları? En büyük demokratikleşme adımı da bu darbeye karşı verilen mücadeledir. Cumhurbaşkanımıza ‘diktatör’ diyorlar. Ben onlara söylüyorum; ‘Kendinin, ailesinin, en sevdiklerinin ölümünü göze alarak darbecilere karşı mücadele eden bir cumhurbaşkanı var. Nasıl demokrat olmaz? Bu demokrat olmazsa kim demokrat olabilir?’ Eğer Cumhurbaşkanımızın ölümü göze alarak verdiği bu demokrasi mücadelesini, insan hakları, hürriyet mücadelesini ABD’nin Başkanı Trump veya Sayın Merkel veya Sayın Macron verseydi emin olun dünyada ulusal ve uluslararası düzeyde özgürlük, demokrasi alanında verilmedik madalya ve nişan kalmazdı. Bütün dünya ayakta alkışlardı. Ama şimdi Cumhurbaşkanımız öyle bir şey yaptı ki hepsi ters yattılar. ‘Diktatör’ diye kendi halklarına anlattıkları, Türkiye’de her gün ‘diktatör’ diye iftira ettikleri sayın Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan, demokrasiyi ve özgürlükleri korumak için ölmeyi göze aldı ve diktatörülük kurmak isteyenlerin önüne halkıyla beraber çıktı. Halk tankın altına yattı. Meclis, bombaların altında direndi. Bu büyük demokrasi mücadelesini görmediler. Hala kalkıp konuşuyorlar. Bana göre Türkiye’nin lideri değil de Macron veya Trump olsaydı, onlara verilmedik madalya ve nişan bırakmazlardı. Nobel Barış Ödülü verirlerdi. Ama yapan Türkiye’nin Cumhurbaşkanı, hep ‘diktatör’ diye iftira ettikleri Erdoğan olunca onun bu demokrasi ve fazilet mücadelesini görmezden geldiler. Görmesinler. Tarih gördü, millet gördü. Hakikat, birileri görmüyor diye yok olmaz.
Darbe gecesi her birimiz, bir taraftan darbeye karşı yapılan mücadelenin meydanlardaki yansımasını aktarmaya çalışırken diğer taraftan da gözümüzü Avrupa’ya çevirmiştik, ‘Avrupa Birliği’nden bir açıklama gelecek mi?’ diye. Geç saatlerde Avrupa Birliği bir açıklama yaptı. Onu da ben biraz şuna yoruyorum; darbe girişiminin ilerleyen saatlerinde, yaklaşık 02.00 gibi bu işin başarısız olacağı neredeyse ortaya çıkmıştı. Dolayısıyla yapılan açıklamaların da biraz günü kurtarmak gibi olduğunu anlıyorum. Buradan da Avrupa’nın, Amerika’nın demokrasiyi başka toplumlara dayatırken ya da lanse ederken, ki demokrasiye inanan birisi olarak söylüyorum, ama diğer taraftan gerçek demokrasi mücadelesi veren insanları görmezden gelip, ‘dur bakalım ne olacak bu işin sonu’ diye bakmış olmaları. Bir taraftan bu var. Diğer taraftan FETÖ’nün Amerika’dan iadesi meselesi var. Batı’nın bu meseleye yaklaşımı açısından sormak istiyorum; bakanlığınız döneminde de Fethullah Gülen’in iadesi konusunda çok çaba sarf ettiniz. Binlerce dosya hazırlandı, binlerce sayfalık deliller gönderildi defalarca. Hatta siz kendiniz bizzat kalkıp gittiniz, orada mevkidaşınızla görüştünüz, gazetecilerle buluştunuz, konuyu anlatmaya çalıştınız. Ancak geçen süreye baktığımızda en ufak bir kıpırdama yok. Trump’tan da herhangi bir yeşil ışık şu an için en azından bugün itibarıyla görünmüyor. Neye yoruyorsunuz bunu? Sunulan deliller mi yetersiz yoksa karşı tarafta olayı anlamak istemeyen birileri mi var?
O gece ABD dahil, AB üyesi ülkeler, Ortadoğu’daki ülkelerin önemli bir kısmı darbenin başarılı olması için hem dua ettiler hem de ellerindeki güçler oranında da darbeci teröristlere destek sağladılar. Açıklamalara bakarsanız, darbe teşebbüsünün başarısızlığı kesinleşene kadar doğru dürüst açıklama yok. Olan açıklamalar da tamamen ortaya bir açıklama, darbecilere karşı dirayetli bir duruş ortaya koyan, demokrasiyi savunan, ‘Türk hükümetinin yanındayız’, ‘Demokratik kurumların yanındayız’ diyen bir açıklama yok. Beklediler. Darbe başarılı olacak diye beklediler. Ama beklemeleri kabusa dönüştü, darbe başarısız oldu. Başarısızlıktan tam emin olana kadar da beklediler. Tam emin oldular, ondan sonra ABD başta olmak üzere açıklamalar yaptılar. Sebebi ne? Bu darbe teşebbüsüne kalkışan, FETÖ terör örgütü ve onun TSK içindeki teröristleri.
Bu darbeyi destekleyen ülkeler çok açık, görünüyor. Adını söylemesek bile gözüküyor. Yani gizli değil, herkesin bildiği ama söylemekten çekindiği ülkeler. FETÖ’nün arkasında darbeye destek verdiler. AB’de de pek çok ülke FETÖ’nün başarmasını istedi. Amerika da başarmasını istedi ve destekleri de çok aşikar gözüküyor, ortada. O yüzden, bu darbe teşebbüsüne karşı onların tutumları, darbeden yana olmaları ve darbenin başarılı olmasını arzu etmeleri çok net ve somut bir delilidir. Başka ülkelerde demokrasi istemiyor, demokrat olmayan yerlerde demokrasi istiyor, demokrasi olan yerlerde demokrasinin güçlenmesini istemiyor. Çünkü demokrasinin güçlenmesi bunların kurdukları emperyal düzenin aleyhine olur. Öbür tarafta da diktatörlükler, krallıklar işine geliyor. Sıkıştırdıkça istediği kadar para, silah alıyor. Oralar demokratikleşirse, tabii onların menfaatleri çok büyük zarar görüyor. Türkiye’de demokrasi güçlenirse, onların kurdukları vesayet düzenleri yok oluyor. O yüzden de bu konuda samimi değiller. Duruma göre bir politika ortaya koyuyorlar, o politikayı takip ediyorlar. Türkiye, bu politikaları bozdu, yok etti ve kaldırıp çöpe attı. Bunu tespit etmekte fayda var. Darbecilerin tamamı, Türkiye’de muhtıra verenlerin tamamı, tasması başka ülkelerin elinde olanlardır. Hiç başka bir ülkenin desteklemediği, AB ülkelerinin içinde güçlü olanların ve ABD’nin desteklemediği Türkiye’de bir muhtıra da yoktur, bir darbe de yoktur. Kim ‘var’ diyorsa, yalan söylüyor ya da çekindiğinden söylüyor. Ben çok net söylüyorum; hepsinin arkasında varlardı, 15 Temmuz’da da FETÖ’nün arkasında. Biz görüyorduk, herkes de görüyor. O yüzden de darbenin başarılı olmasını beklediler, başarısızlığı ortaya çıkınca bir tavır aldılar.
İade meselesini de bununla irtibatlandırmak gerekiyor. Biz, FETÖ’nün kurucusu, yöneticisi, teröristbaşı Gülen’in iadesi için pek çok dosya gönderdik. Oraya uzmanlar gönderdik, oradan Türkiye’ye uzmanlar geldi. ‘Şunlar eksik tamamlayın.’ Tamamlandı. ‘Şunları siz bir özetleyin.’ Özetledik. Dil bilen arkadaşlar gönderdik. Onlar bire bir dosyalar üzerinde, teknik uzman düzeyinde çok ciddi çalışmalar yaptılar. Sayın Cumhurbaşkanımız defalarca ifade etti. Ben hem beyefendiyle hem ondan ayrı defalarca gittim. Orada görüşmeler yaptık. Türkiye ile Amerika arasında Suçluların İadesine Dair Anlaşma çerçevesinde de bizim talebimizi ilettik. O anlaşmaya göre Türkiye’nin talebini derhal yerine getirmeleri gerekir. Hemen adli makamlara iletmeleri gerekir. Onlar, 6. madde falan filan kendilerince bir değerlendirme yapıyorlar. Biz, onları da oturup konuştuk; ‘Bu 6. madde sizin dediğiniz gibi değil. Biz yeterli düzeyde delil verdik mi? Verdik. FETÖ’nün bu darbeyi yaptığını ispat ediyor mu? Fazlasıyla ispat ediyor. Böyle bir iade dosyasının, hiçbir sanık hakkında şimdiye kadar hazırlandığını düşünmüyoruz. Bu iade dosyasında o kadar sağlam deliller var. Buna göre iade etmeniz lazım.’ dedik.
Ne dediler?
‘Delilleriniz güçlü olsun. Biz, bunu mahkemeye göndereceğiz ama gönderirsek bu deliller güçlü değil, oradan ret yiyebilir diye endişe ediyoruz.’ dediler. Ben de diyorum, ‘bundan daha güçlü hangi delil olabilir? Bu dosyadaki delillerin hepsi çok net, FETÖ’nün talimatıyla FETÖ’cü teröristlerin bu darbeye kalkıştığını ispat ediyor. Bir tereddüt yok ve deliller sıhhatli, güçlü. Hem itiraflar hem ifadeler hem belgeler var. Bu işin doğru olduğunu, okuyan herkesi ikna edecek, başka soru sordurmadan ‘Tamam bunlar işin içindedir’ dedirtecek kadar kuvvetli güçlü deliller var’. Buna rağmen onlar adeta şunu istiyorlar; ıslak imzalı, yazılı, ‘Biz yaptık’ diyen bir şey istiyorlar. Dünyanın neresinde böyle bir şeyi delillendirme imkanı olabilir? Biz, bütün belgeleri koymuşuz, onlar ıslak imza istiyor adeta. Onu demiyorlar da dedikleri şey ‘Islak imza var mı?’. Bunu tam demediler ama ben bunu dediklerini anlayınca ‘FETÖ’nün darbe teşebbüsüne kalkıştığını ve bunun talimatını da teröristbaşı Gülen’in verdiğini en iyi siz biliyorsunuz. Bizden daha iyi biliyorsunuz. Bizde olan delillerden daha fazla delil sizde var.’ dedim. ‘Nasıl?’ dedi. Ben de dedim ki; ‘Çok net. Pensilvanya’da kalıyor. Burada çiftliği var. Dolayısıyla Amerika’nın kontrolünde. Amerika o gece, herhangi bir gece karanlıkta uçan sineğin dişi mi erkek mi olduğunu bilecek kadar etrafı gözetliyor. İçeride ne konuşuluyor, biliyor. Kim giriyor, kim çıkıyor biliyor. Bu darbecilerin, darbeden önce buraya gelip gitmeleri, baz istasyonları görüşmeleri, uçak biletleri, girişleri, çıkışları, kayıtları, sesleri ben eminim ki sizde bunlar fazlasıyla var. Bizde de bunların bir kısmı var ama sizde daha fazlası var.’ Bunu ben kendilerine de söyledim. ‘Sizden habersiz buradan sinek uçar mı, uçmaz. Konuşmalardan sizin haberiniz olur mu, olur. Siz daha iyi biliyorsunuz.’ dedim. ‘Efendim deliller reddolur.’ dediler. Bunun üzerine ben dedim ki; ‘Peki reddolacaksa siz mahkemeye gönderin, mahkeme reddetsin.’ Mahkemeye buna rağmen göndermediler. Çünkü mahkemeye gönderdiği zaman adil, objektif bir mahkeme o iade talebini reddetmez. Mahkemeye gönderince, mahkemenin istedikleri istikamette bir karar vermeyeceğini düşündükleri için Adalet Bakanlığı’nda hukuksuz yere tutuyorlar hala. ABD, FETÖ’yü himaye ediyor, koruyor, kolluyor, her türlü destek veriyor. Onun üzerinden sadece Türkiye üzerinde değil, FETÖ’nün uzandığı her yerde bir hesabı var. Onları kendi yararına kullanıyor. Ayrıca Amerika, başka teröristleri de himaye ediyor. O teröristleri de tahmin ediyorum düşünüyor. ‘Yarın bunu verirsek yarın onlar da endişeye kapılır, ‘Bizi de iade eder’ filan gibi de düşünebilir.’ Amerika pek çok ülkede kendi lehine sonuçlar çıkarmak için teröristleri, farklı farklı yapıları destekliyor. Terör örgütlerini, kişileri ya da bazı vakıfları, dernekleri destekleyerek işler yapıyor. O yüzden de bunları korumayı kollamayı kendisi için bir öncelik olarak görüyor.
Devlet mekanizmalarında FETÖ’cülerin ayıklanması konusunu nasıl görüyorsunuz? Bu iş bitti mi yoksa devlet içinde özellikle yargıda kriptolar var mı?
FETÖ üyeleri kılıktan kılığa girebiliyorlar. En Kemalist gördüğünüz adam en ileri FETÖ’cü çıkabiliyor. En liberal, en ulusalcı, en kapitalist, en dindar, en muhafazakar, en milliyetçi gördüğünüz adam bir bakıyorsunuz FETÖ’cü çıkabiliyor. Çünkü bunlar kendilerini gizlemek için her kılığa giriyorlar. Her yerde bukalemun gibi farklılaşabiliyor. FETÖ’nün bu bukalemun yapısı, kendini koruma konusundaki özeni ve her kılığa girebilmesi tespit konusunda zorluklar oluşturuyor. Çalışmalar sürüyor. Çünkü bakanlığım döneminde Efkan Ala, İçişleri Bakanımızdı. Bir yerlere emniyet müdürü atıyor, devletin istihbarat makamları inceliyor, ‘FETÖ’cü değil, sağlam. Vatanını, milletini sever.’ Ama bir zaman sonra ortaya yeni şeyler çıkıyor, FETÖ’cü olduğu anlaşılıyor. Sonra onu alıyorlar, bir başkasını atıyorlar. Kılı kırk yararak inceliyorlar, o da FETÖ’cü çıkıyor. Hani bazen diyor ya ‘Falanın yanındaki de çıktı.’ Neden? Kendini çok gizliyor. Siz o kadar araştırıyorsunuz, buna rağmen ulaşamıyorsunuz. Sonra birtakım veriler ortaya çıkıyor, ulaşıyorsunuz.
Devlet, FETÖ’yle mücadele konusunda kararlıdır. Emniyet, ordu, yargı ve devlet aygıtının içinde FETÖ’cü olduğu değerlendirilenlerle ilgili bir ayıklama yapıldı. Yaklaşık 150 bin civarında bir ayıklama yapıldı ama bu da hukuk içinde yapıldı. Yaptığı ayıklamayı hukuka aykırı yapmadı. OHAL KHK’siyle yaptı ama sonra komisyon kurdu, oraya itiraz edebilir. Komisyon olumsuz cevap verirse yargı yolunu açtı, yargıya gidebilir. Anayasa Mahkemesi, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) kadar. Türkiye, aldığı kararların hukuk içinde, hukuka uygun olduğuna inandığı için bunların bütün denetim yollarını hem Meclise açtık hem de yargıya ve AİHM’e kadar açtık.
FETÖ’yle mücadelede önemli mesafeler alındı fakat zorlukları da var. Ayrıca geçmişte FETÖ’ye kriminal gözle bakılmadığı için onlarla ilgili veri azlığı da devletin bu mücadeleyi yürütmesinde yaşadığı zorluklardan biri. 17-25 Aralık sürecinden sonra bu veriler çoğaldı. Bu konuda iyi bir data oluştu ve bunun üzerinden de gidiliyor. Daha önce Türkiye’de hiçbir cumhurbaşkanı, başbakan, Meclis’te grubu olan siyasi partinin genel başkanı FETÖ’ye ‘terör örgütü’ demedi. İlk kez Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve Başbakan olarak Sayın Cumhurbaşkanımız, AK Parti, FETÖ’ye ‘terör örgütü’ dedi ve terör örgütü kimliğiyle bununla ciddi bir mücadeleye girildi. Bu mücadele de devam ediyor. Daha önce birileri mücadele ediyordu da terör örgütü ilan etti de AK Parti geldi, bu ilanı kaldırdıysa o zaman AK Parti’ye bir eleştiri yöneltilebilir ama böyle bir şey yok. İlk kez mücadeleyi yapan ve bunları terör örgütü ilan eden Cumhurbaşkanımız ve AK Parti hükümetleridir. Bunların yalnızca devlet içindeki örgüt üyesi olduğu, irtibat, iltisak içinde olduğu değerlendirilenler değil aynı zamanda örgüte ait olan bütün vakıf, dernek ne varsa kapatıldı, tasfiye edildi. Okullar kapatıldı, tasfiye edildi. Şirketler kapatıldı, tasfiye edildi. Medya hakeza. Hepsi tasfiye edildi ve gelinen noktada ben terör örgütünün belinin kırıldığına inanıyorum. Oyun kurucu, etkin faaliyette bulunucu gücünün, takatinin kalmadığını düşünüyorum ama terör örgütü nefes almaya devam ediyor.
‘Şu anda henüz bitmiştir.’ demek çok erken. Bu mücadele daha zaman alacak. Ne kadar alır, bunu bilemiyorum. Örgütün gizliliğe verdiği önem dikkate alınırsa epey bir zaman alacak, uzun soluklu bir mücadele. Kendini gizleyen, ‘Bir şey olursa kafamızı çıkarırız.’ diyenler olabilir. Zaten zaman zaman görüyorsunuz, operasyonlar, o gizleyenler kafasını çıkardıkça onların üzerine gidiliyor. Bunların öyle bir şeye cüret ettiğinde de hukuk gereğini yapacaktır ama bu zaman alacaktır. Türkiye, FETÖ’yle uzun soluklu bir mücadeleyi yürütecektir.
FETÖ’yle mücadele konusunda birtakım mağduriyetler olduğu, yanlış kararlar verildiğine dair şeyler konuşuluyor. Hatta bununla ilgili insanlar bir araya geliyorlar, dernekler oluşturuyorlar. Sizce birtakım yanlışlıklar yapılıyor mu ya da yapılıyorsa bunlar nasıl düzeltilir?
Bilerek, isteyerek yanlış yapıldığını düşünmüyorum. Örnek olsun diye söylüyorum: Hakimler Savcılar Yüksek Kurulu, benim başkanı olduğum dönemde Yargıda Birlik Derneği üyeleri arasından seçim yapılıyordu ve her görüşten insan var. Milliyetçisi, muhafazakarı, solcusu var. Her görüşten yani Türkiye’de ne kadar renk varsa orada var. Oy birliğiyle karar verdiler. Birbirine farklı düşünen insanlar bu konuda oy birliğiyle karar verdi. Çünkü beraber çalıştılar, vicdanlarında tarttılar, elindekini değerlendirdiler ve karar verdiler. Ama bütün bunlara rağmen herkes çok titiz çalışıyor, inceliyor. Yani bir yanlışlık olabilir mi? Olabilir. Eksiklik var mıdır? Olabilir. ‘Bunları giderecek bir mekanizmaya ihtiyaç olur.’ düşüncesiyle OHAL İşlemlerini İnceleme Komisyonu diye bir komisyon kuruldu. İkinci bir adımı da KHK’lerin hepsini Meclisten geçirip kanunlaştırdık. Kanunlaştırarak denetime açtık. Öte yandan komisyon kurarak, bütün ihraç edilen kamu görevlilerinin komisyona müracaat ederek kendilerini hem savunmaları hem de orada yeniden durumlarının gözden geçirilmesine dair bir mekanizma kurduk. Komisyon bunları inceliyor. Zannedersem şu ana kadar 100 binin üzerinde kişi hakkında karar verdi. 10 binden fazla kişiyi de görevine iade ettiğine dair medyada okuduğum bilgiler var. Gerçek rakamlar elimde değil. Ayrıca yargı yolunu açtık, ondan sonra da komisyon reddederse mahkemeye gidecek. Bunu idari yargı denetleyecek. İdari yargıdan netice alamazsa Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru yoluyla gitme imkanı geldi. Buradan netice alamazsa Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine gitme imkanı geldi. İade kararı alana ihraç edildiği tarihten itibaren bütün özlük haklarını gerisin geriye alacak imkan getirdik. Türkiye’nin bu noktada şeffaf, hukuka uygun davrandığına inanıyoruz. Bir eksiklik, yanlışlık varsa onları denetleyecek hem idari mekanizmalar kurduk hem de yargı mekanizmaları zaten var. Bunun da önünü açtık ki incelensin. Bir eksiklik, yanlışlık varsa komisyon düzeltsin. Komisyonun göremediği veya takdiri farklı olan konuda mahkeme bir eksiklik, yanlışlık görürse mahkemeler düzeltsin. Biz bu noktada her türlü denetim yollarını sonuna kadar açtık. Onlar takip edilecektir. İdare elbette buradan çıkan kararları uygulayacaktır.
FETÖ’de MİT krizinden sonra bir hareketlenme başladı. 17-25 Aralık 2013’te de tam olarak ortaya çıktı. FETÖ’ye karşı mücadele verilirken ‘Eski dostlar düşman oldu.’ diye iddialar ortaya atıldı. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
AK Parti kurulduğu günden beri milletin gönlüne girmeyi hedef edinen ve milletin de rızasıyla iktidara gelen bir parti. Dernekler, vakıflar, sivil toplum örgütleri vesairelerle, diğerleriyle nasıl bir alakası varsa AK Parti’nin ondan daha fazla alakası olmadı, olmaz da zaten. Çünkü biz bir siyasi partiyiz. Siyaset yoluyla milletimizin hayallerini gerçekleştirmek, parti ve hükümet programımızı uygulamak… Ama şunu ifade etmekte fayda görüyorum: AK Parti’ye gelene kadar eğer Türkiye’nin Cumhurbaşkanı, ‘FETÖ terör örgütüdür.’, başbakanı, ‘FETÖ terör örgütüdür.’, Meclisi, ‘FETÖ terör örgütüdür.’, Mecliste grubu bulunan partilerin genel başkanı, ‘FETÖ terör örgütüdür.’ demiş olsalar ve bu terör örgütü tanımı ve kapsamı içinde bir mücadele AK Parti’den önce yapılmış olsaydı da ‘AK Parti geldi. Yok, terör örgütü değil.’ demiş olsa o zaman böyle bir eleştiriye hak verebilirim ama AK Parti’den önce geçmişte birtakım konuşmalar, fotoğraflar, şunlar bunlar koyunca… Rahmetli Ecevit’in de var, rahmetli Demirel’in de var, rahmetli Türkeş’in de var. Arşivler araştırılsa pek çok siyasi partinin genel başkanı ve il başkanlarıyla ilgili bir sürü örnekler bulabilirsiniz. Bu, onların FETÖ’cü olduğunu gösterir mi? Göstermez. Çünkü siyaset yapıyorlar. Bunlarla bir alakası olmaz ama eğer böyle bir şey olsa, ‘Terör örgütüdür.’ denmiş olsa da AK Parti buna rağmen farklı bir şey yapmış olsa o zaman dersiniz ki ‘AK Parti burada yanlış yaptı.’
Kimse terör örgütü demedi. İlk terör örgütü diyen, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’dır. 17-25 Aralık darbesini FETÖ’cüler Cumhurbaşkanımıza ve hepimize karşı yaptılar. İlk terör örgütü diyen Cumhurbaşkanı da Recep Tayyip Erdoğan’dır. İlk ‘Terör örgütüdür.’ kararını alan Cumhurbaşkanımız başkanlığındaki MGK’dir. Önce paralel devlet yapılanması sonra Fetullahçı Terör Örgütü kararı alındı ve bir terör örgütüyle nasıl mücadele ediliyorsa, mücadeleye başlanan dönem de bizim dönemimizdir. FETÖ’nün okulları, üniversiteleri, dernekleri, vakıfları, enstitüleri, hastaneleri, yurtları, pansiyonları, medyası ve ticari olarak FETÖ’ye ait olan bütün şirket vesaire hepsi kapatıldı, tasfiye edildi.
Şunu çok net söylüyorum, AK Parti ve Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan olmasaydı Fetullahçı Terör Örgütü’nün, terör örgütü ilan edilmesini bırakın, FETÖ’yle mücadele ne hükümetlerin ne de Meclisin gündemine gelebilirdi. FETÖ’yle böylesine başarılı bir mücadele vermek Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın liderliğinde AK Parti hükümetlerine nasip olmuştur. Büyük bir mücadele vermiştik. Şimdi ne gariptir ki FETÖ, MİT tırları üzerinden Cumhurbaşkanımızı Uluslararası Ceza Mahkemesinde yargılatmak istiyor. FETÖ, Gezi olayları üzerinden Cumhurbaşkanımızı ve AK Parti hükümetini, Tayyip Bey o zaman başbakandı, indirmek istiyor. 17-25 Aralık darbe teşebbüsüyle yargı üzerinden hükümeti indirmek istiyor. En son silahlı darbe teşebbüsüne kalkışıyor. Tayyip Erdoğan’ın liderliğinde Türkiye’yi indirmek istiyor ve Cumhurbaşkanımızı, hükümetimizi, hepimizi hedef alıyor. Bütün bunları yapıyor. Yok etmek istediği tek kişi var, Tayyip Erdoğan ve yol arkadaşları. İnfaz timi gönderiyor. Darbeye teşebbüs ediyor ama buna rağmen FETÖ’nün siyasi ayağı Tayyip Erdoğan ve arkadaşları oluyor, FETÖ’yle mücadele eden başkaları oluyor. Bunu akıl alır mı? Niye o a zaman FETÖ, Tayyip Bey’e darbe teşebbüsünde bulundu? Niye 17-25 Aralık darbe teşebbüsünü yaptı? Niye infaz etmek istedi? MİT tırlarında, MİT Müsteşarında neden yaptı?
Oradan şunu da sormak lazım, dersaneleri gündeme kim getirdi? Tayyip Bey getirdi. Yargıda; hem Danıştayda hem Yargıtayda hem ilk derece mahkemelerinde hem Adalet Akademisinde hem de HSYK’de FETÖ’cüleri etkisizleştirmek için getirdiğimiz bütün yasal düzenlemelere hep karşı çıktılar. Onlar Anayasa Mahkemesine götürdüler. Hepsini. FETÖ’cüler, HSYK’dekiler öyle bildiri yaptılar ki ‘Sizin yaptığınızı darbeciler bile yapmadı.’ dediler. O bildirileri getirdiler, komisyonlarda okudular. Ciddi adımlar attık. Yargıtaydan, Danıştaydan temizledik. Akademide bütün görevlere kanunla son verdik. HSYK’de bütün görevlere kanunla son verdik. Danıştayda, Yargıtaydaki üyelikleri 12 yılla sınırladık ve üye ve başkanlar dışında herkesin üyeliğini sonlandırdık. FETÖ’cü olduğu değerlendirilenler üye yapılmadı.
Oralar tamamen ayıklandı ve devletin her tarafında da büyük mücadele yapan Tayyip Erdoğan, yurtları, okulları, üniversiteleri, medyaları, hepsini kapatan Tayyip Erdoğan ama siyasi ayak gene AK Parti, Tayyip Erdoğan. Bu, büyük bir iftiradır, algı operasyonudur. Çok net söylüyorum, inanarak söylüyorum, Tayyip Bey olmasaydı FETÖ’yle mücadeleyi Türkiye’nin gündemine ne CHP ne de diğerleri getirebilirdi. Böyle bir mücadele de yapılamazdı. Çünkü geçmişte örneklerini gördük. FETÖ hep vesayet organlarıyla beraber olup, 28 Şubat’ta Erbakan Hocamıza karşı, o zaman biz Refah Partisinde mücadele ediyoruz, o karşıda darbecilerle beraber mücadele ediyor. Bunun için FETÖ’ye karşı en etkin ve en kararlı mücadeleyi kim yaptı? Tayyip Bey yaptı.
Bir insan katil oldu, siz ona katil demeyecek misiniz? Katil diyeceksiniz. Sen 10 sene önce buna başka bir laf söylemiştin? O zaman katil değildi, şimdi katil. Sen şimdi niye katil diyorsun? Elbette diyeceğim. O zaman bilseydik ki terör örgütüdür, ona vakıf olsaydık zaten o zaman o terör örgütü damgasını vururduk. O zaman bu mücadeleyi yapardık ama ne zaman ki terör örgütü kimliği ortaya çıktı ve bundan herkes emin oldu. O zaman onlara terör örgütü ve terörist muamelesi yapmak devletin vazifesidir.
‘Dün şöyleydi, öbür gün böyle bir gündü.’ Biz buna bakmayız. ’10 yıl önce sen şu lafı söyledin’. Ne olacak? 10 sene önce söyledik diye, bir adam cinayet işlediğinde onun cinayetini görmezlikten mi geleceğiz? Bir suç işlediği zaman suçunu görmezlikten mi gelecek? Bir hırsızlık yaptığı zaman ‘Sen hırsızsın.’ demeyecek miyiz? Deyince, 10 yıl önceki fotoğrafı mı getireceksin veya bir toplantıyı mı getireceksin? Bunlar yanlış şeyler ama bakın, 17-25 Aralık yani daha öncesi MİT krizinden sonra destek olmak maksadıyla bankasına para yatıranlar, medyasına el koyulduğunda, mahkeme kararıyla kayyum atandığında ‘Medyayı teslim etmeyiz.’ diye gidip eylem yapanlar, FETÖ darbeye ‘tiyatro’ deyince ‘tiyatro’ diyenler, darbeye ‘kontrollü darbe’ diyenler, Adil Öksüz’ü MİT elemanı diye FETÖ birtakım iftiralar yaptı, düzmece belgeler yayınlayınca Adil Öksüz’ün MİT elemanı olduğunu yayanlar ve her aşamada FETÖ’nün konuştuğunu şimdi konuşanlar, darbe teşebbüsüne kalktığı, 251 vatandaşımızı şehit ettiği ve 2 bin 191 vatandaşımızı yaraladığı halde FETÖ’ye destek olan ve onun konuşma üslubu, fikri ve mantığıyla konuşanlar var. Onlar FETÖ’cü olmuyor ama FETÖ’nün öldürmek istediği Tayyip Erdoğan, Bekir Bozdağ, Berat Albayrak ve diğer başka pek çok FETÖ’yle ölümüne mücadele edenler, FETÖ’nün infaz listesinde olanlar FETÖ’cülükle itham ediliyor. Bu büyük bir iftiradır, bir algı operasyonudur. Tayyip Bey olmasaydı Türkiye’nin bırak böyle bir mücadele yapmasını, Türkiye’nin gündemine dahi böyle bir mücadele gelmezdi. Tayyip Bey liderliğiyle Türkiye’yi bütün vesayet organlarından kurtardıysa FETÖ’nün Türkiye’yi işgaline de engel olmuş ve FETÖ’nün Türkiye’yi teslim almasını da önlemiştir. Büyük bir başarı elde etmiştir.