Sistemin sonu mu dedin?
Şimdi bir bakalım. Aslında makul başlangıç olarak sanayi devrimini alabiliriz. 1800’lerin ortaları. Buyük üretim makinalarının icadı, sırasıyla buhar, elektrik ve sonunda petrol kullanımıyla yüksek meblâğlarda ve kaliteli sanayi mallarının üretimi. Yaygınlaşan fabrikalar, sabit gelir sahibi işçi sınıfının doğması, artan kazanç ve kolay ulaşılabilir tüketim mallarının çoğalması.
Kapitalizm böylece hâkimiyetini ilan etti.
Nüfusun büyük kesimi küçük köylerde tarım ve hayvancılıkla yaşamını sürdürürken, artık insanlar şehirlerde fabrika ve imalat sitelerinin etrafında toplanmaya başladı. Kalabalık topluluklar nispeten küçük alanlarda toplandıkça sınıfsal ve çevresel sorunlar ortaya çıktı. Genel refahın artmasıyla toplumun talepleri değişti ve gelişti. Daha özel sağlık ve eğitim hizmetleri, sosyal ve kültürel acıdan artan ve gelişen talepler. Derken kapitalizm insanı, toplumu, yasam ve düşünce şeklini kendi çıkarları doğrultusunda şekillendirmeye başladı. Kalabalık şehirler, boşalan köyler, gözden düşen ve tekelleşen tarımsal üretim, ortay çıkan işçi sınıfı, çevresel ve iklimsel sorunlar.
Böyle böyle 21. Yüzyıla geldik. En başından beri iki yüzyıl bile sürmedi. İşte şimdi günümüzde insanlar kapitalizm ve serbest piyasanın çöküşünü konuşmaya başladı.
Bildiğimiz dünya düzeninin sonuyla ilgili yüzlerce senaryo yazıldı, belgeseller çekildi. İnsanlar neredeyse tutkuyla o günü bekledi. Yoksa o gün geldi mi?
Başlangıcından beri kazanımlarımıza bir bakalım;
Büyük fabrikalar artık insan işgücünü yetersiz ve pahalı buluyor, bir makina birkaç işçinin işini çok daha kaliteli, hatasız ve ucuza yapıyor. Sanayi devrimini gerçekleştiren işçi sınıfı şimdi işsiz, fakir, birincil ihtiyaçlarını bile karşılayamıyor.
Büyük şehirler öyle kalabalıklaştı ki artık su ihtiyacı bile karşılanmakta zorlanıyor. Şehir halkı gıda temini konusunda kırsal bölgelere bağımlı. Eğitim, ulaşım, sağlık, barınma sorunları artıyor.
Acil çözüm bulunması gereken çevre sorunları yaşanıyor. İklim insanoğlunun başa çıkamayacağı şekilde evirildi. Geleneksel tarım metotları ile üretim neredeyse imkânsız hale gelmek üzere.
Eğitimin yaygın ve zorunlu olması toplumsal bilinç seviyesini artırdı. Yüzlerce yıl babası gibi çiftçi olan insanlar artık önceki nesli yetersiz bulmaya başladı. Sanayi ve tarımsal üretim küçümsenir hale geldi.
Artan kazançlar, tüketimi de mantıksızca artırdı. Gelirler artık giderleri karşılayamaz oldu. Borçlu yaşamak şehirli hayatın vazgeçilmezi hâline geldi. Bu tüketim çılgınlığının doğa üzerinde bıraktığı etkiler insan varlığını tehdit etme boyutlarına ulaştı.
Bütün bunlar yetmezmiş gibi bir de salgın hastalıklar toplumu tehdit ediyor. Sistemin sonucu olarak büyük şehirlerde yaşayan kalabalık insan topluluklarının salgın karşısında şansı çok az Globalleşmenin artması, iş ve turizm amaçlı seyahatlerin kolaylaşması da üstüne tuz biber ekiyor.
Bugün Kapitalizm ve serbest piyasa koşulları kendisinden beklenen kaçınılmaz sonu önümüze koydu. Artık sermaye ve üretim çok ufak bir azınlığın elinde toplanmış hâlde. Toplumun büyük kısmı üretime katkıda bulunamıyor, çalışmıyor. Çalışanlar çok az ücret alabiliyor. Devletler için vatandaşları hizmet götüreceği, varlığının sebebi unsurlar değil, sermaye ve üretim araçlarını elinde tutan kapital sahibi azınlık için müşteri konumunda.
Bugün yaşadığımız bu görüntü sürpriz veya başarısız bir yönetim değil aslında en başından beri sistemin bize vaat ettiği sonuçtur.
Her ne kadar sonu geldi desek de kapitalist sistemin gerçekten esnek bir yapısı olduğu göz ardı edilemez. Belki bugünkü şekliyle değil ama varlığını koruyacağını öngörüyorum. Bu günlerde sistemin çıkmaza girdiği bütün ekonomi çevrelerinde konuşuluyor ve buna çeşitli çözümler sunuluyor. Vergi sisteminde gelire paralel iyileştirmeler, büyümenin yavaşlaması, üretimin azaltılması ve bunun gibi seçenekler var. Sistemi daha sevimli hale getirme çabaları bütün ekonomi çevrelerinde gündemde.
Sistemin krizlerle çalkalandığı şu günlerde okulda iktisat derslerinde duyduğum balıkçı kıssasını anmadan edemiyorum; aslında nasılda güzel özetliyor bütün o eğrileri ve parabolleri.
Çok önemli bir iş adamı, işsiz bir adada, kendi yaptığı tekneyle balık tutup yasayan bir adama rastlar. Günde kaç bağlık tuttuğunu sorar. Adam iki der. Neden daha çok tutmadığını sorunca günde sadece iki tane yiyebildiğini söyler. İş adamı ona günde dört balık tutup ikisini satarsa, yılda ne kadar ciro yapabileceğini, onun ne kadarını net kar olarak kendine bırakabileceğini hesaplarken adam bunları niye yapayım ki diye sorar. İş adamı o zaman kendine istediği gibi bir kayık alıp bütün gün balık yiyip keyif yapabileceğini söyler. Balıkçının cevabı iş adamını şaşırtır, sen gelene kadar ben zaten istediğim kadar balık yiyip bütün gün keyif yapıyordum…
Feriha Bahçuvan – Sosyolog / Yazar